Demokrasinin kendisini bir faillik ismine (demokrat); bir bağlılığa işaret eden ancak onu ima etmekle kalmayan bir sıfata (demokratik) ve halkın öz yönetimi fikrinin getirdiği standartlara uyması için politikayı, toplumu hatta ekonomiyi bile bütünüyle yeniden dizayn etmeye yönelik bir projeyi tarif eden bir fiile (demokratikleştirme) dönüştürmesi, on sekizinci yüzyılın sonlarına dek gerçekleşmedi.
1887 Selanik doğumlu Şefik Hüsnü; Paris’te öğrencilik yıllarında sosyalizm ile tanışmış, ülkeye dönüp Birinci Dünya Savaşı’nda askeri doktor olarak Çanakkale’de görev yaptıktan sonra Eylül 1919’da Almanya’da Spartakist Devrimi'ne katılmış bir grup işçi ve aydınla birlikte İstanbul’da “Türkiye İşçi ve Sosyalist Partisi”ni kurmuştur. Partinin yayın organı Kurtuluş’un çıkmasında yönlendirici olan Şefik Hüsnü, bu parti içinde bir grup arkadaşıyla Komintern’le bağlantı kuran İstanbul Komünist Grubu’nu oluşturmuştur. Komünist Enternasyonel’de üst düzey sorumluluklar almış olan Şefik Hüsnü, Komintern’in kapatılmasından sonra, Türkiye’de çok partili yaşama geçilirken “Türkiye Sosyalist ve Emekçi Partisi”nin kuruluşuna önderlik etmiştir. TSEP’in 6 aylık faaliyetinin ardından kapatılmasından sonra TKP 1947 Davası'nda 5 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve 1950 yılında çıkarılan Af Yasası’yla özgürlüğüne kavuşmasından kısa bir süre sonra 1952 yılında tekrar tutuklanarak 1953 Davası’nda yargılanmış ve 5 yıl 10 ay hapse ve 1 yıl 11 ay 10 gün Manisa’da sürgüne mahkum edilmiştir. 20 Şubat 1957’de tahliye edilen Şefik Hüsnü 7 Nisan 1959’da yaşama gözlerini yummuştur. Türkiye sosyalist tarihinin en önemli teorisyen ve eylem insanlarından biri olan Şefik Hüsnü’nün Aydınlık dergisindeki yazılarından oluşturduğu kitabı Gökhan Atılgan tarafından son derece rafine bir şekilde değerlendirilerek bize sunuluyor.
Değerli İleri Kitap takipçileri, siz kitapseverler için haftanın yeni çıkanları arasından bir derleme yaptık. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar ve iyi bir Pazar diliyoruz.
Bir Kızılderili deyişinden ilham alarak yazılan bu hikâye, çocukların dünyada olup bitenlere karşı meraklarını tetikleyici nitelikte.
Bilime giden düz bir yol yoktur ancak onun dik patikalarında yorucu tırmanışları göze alanlar aydınlık doruklara ulaşabilirler.
‘‘Diktatörlerle kitleler arasındaki ilişkiyi (insan ilişkilerinin tümünde olduğu gibi) tamamen anlamak ya da öngörebilmek mümkün değildir. Bir diktatör kitleleri peşinden sürüklemeyi, zihinleri ve iradeleri esir almayı, tek bir işaretle milyonlarca kişiyi harekete geçirmeyi nasıl başarır? Milyonlarca kişiyi bir liderin iradesine endeksleyen uyurgezerlik ve uysallığın doğasında ne vardır? Tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin bir yığın açıklamasına karşın bu meselenin hala tanımlanamayan, öngörülmesi güç bir tarafı var. İnsan davranışını teoriler değil, deneyimler şekillendiriyor.’’
Okuru, keşfin hazzından uzaklaştırmamak üzere, metnin oyunlarını bozmadan öncelikle söyleyebileceğim, zorlayıcı postmodern tekniklerle örülü kurgunun altından ustalıkla kalkılması takdire değer. Zaman zaman sözün sahibini takip edebilmek okurun dikkatini gerektirse de…
"Dolayısıyla elimizdeki kitap bir inat ve bir itiraz kitabı: Sınıfta inat eden, siyasetsizleştirilmeye itiraz eden bir Marksizm savunusu (ya da belki taarruzu). Üç temel bölümden oluşan kitapta sırayla yöntemsel, kuramsal ve pratik düzeyde Marksizmin siyasetle olan sarsılmaz ilişkisine, toplumu ve sınıf mücadelesini dönüştürücü işlevine değiniyor Soyer."
Haftanın yeni çıkan kitaplarından sizler için derledik, keyifli okumalar dileriz…
Say Yayınlarından geçtiğimiz günlerde okuyucularıyla buluşan David Adams Leeming imzasını taşıyan ‘’ Mitoloji Kahramanın Yolculuğu’’ kitabı, doğa ve insan zekâsının geçirdiği evrim aşamalarını anlamak ve gerçek dünyanın hayali ürünlerle yeniden kurgulanışını konu alıyor; Yazar mitolojileri insanın kendini anlama çabasının bir ürünü olarak sunuyor.
Büyümenin ağrılı ve zor tarafını kendine yarattığı unutulmuş bir tavuk kümesinin arkasındaki köşesinden ve bir karo zeminde ayaklarının üstünden görüyoruz. “Herkesin Adı affedersin” bu zamana kadar çok da farkına varılmayan anların cümlelerini, belki de tam da ihtiyaçları olan zamanda, büyümeye çalışan çocuklarımızla buluşturuyor.
Beynimiz ve vücudumuz yaşamımız boyunca öylesine değişir ki, bu değişimi algılamak bir saatin akrebindeki hareketi algılamak kadar zordur. Kırmızı kan hücreleriniz her dört ayda bir tümüyle yenileriyle yer değiştirirken deri hücreleriniz de birkaç haftada bir yenilenir. Yaklaşık yedi yıl içinde, vücudunuzdaki her bir atomun yerini başka atomlar almış olur. Fiziksel açıdan siz, aslında sürekli olarak yeni bir size dönüşürsünüz. Neyse ki bütün bu farklı versiyonlarınızı birbirine bağlayan sabit bir olgu var gibidir: bellek.
Cezaevleri diğer pek çok toplumsal kurum gibi; atıkların geri dönüşüm işlevini bırakmış, tasfiyesine yönelmiştir. Modernitenin küresel zaferinin ve gezegenin bu yeni sıkışıklığının atık tasfiye sanayisinde yarattığı krizle savaşta ön saftaki yerini almıştır. Tüm atıkların potansiyel olarak zehirli ya da atık sınıfına girdikleri için bulaşıcı ve rahatsız edici oldukları, eşyanın düzenini bozdukları düşünülür. Geri dönüşüm artık bir yarar sağlamıyorsa ve randımanlı olmayacaksa, atıkla başa çıkmanın yolu onun “biyolojik bozunması”nı ve çürümesini hızlandırmak, bir yandan da onu sıradan yurttaşların yaşamından uzak tutmaktır.
Değerli İleri Kitap takipçileri ve kitap severler, haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için derleme yaptık. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar ve iyi hafta sonları diliyoruz.
İnsanlık bu hastalıkla ve virüsle karşılaştığı ilk günden bu yana hakkında tıbbi, moleküler biyolojik, sosyolojik, psikolojik, felsefi birçok bilgi/fikir üretti, üretiyor da... Şüphesiz tarihin böyle kırılma anlarını anlamaya çalışmak çok değerli. Özen B. Demir de bu fikir üretimi ve her boyutuyla anlamaya, aydınlatmaya çalışma işini üstleniyor ve ‘’kendisini yayımlanan aktüel bilimsel/kuramsal metinler kümesi üzerinden kuran, onlardan beslenerek irileşen ‘obur’ bir metin tasarlamayı’’ hedefleyerek "Pandemi: Salgının Medikopolitiği" eserini yaratıyor.
Dünyada, Türkiye’de ve İran’da yayımlanmış paha biçilmez bir İran İslam Cumhuriyeti çalışmaları birikimi olduğunu artık rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak İran çalışmalarına yeni başlayan öğrenciler ve İran’ı anlama ve yorumlama çabasındaki okurlar için çalışmaların çokluğuna karşın çeşitliliği, anlaşılırlığı ve derinliği konusunda sorunlar olduğu da kabul edilmelidir. (Önsöz’den)
Duygular da insanlar kadar çeşitli, rengarenk, farklı ve elbette içinde olumsuzluklar barındırıyor. Çocuklarımızın bu çeşitlilikte kendilerini bulmaları, duygularını tanımaları, neden ve nasıl sorularına cevap aramaları oldukça değerli. Duygu Okulu, çocuklarımızla birlikte, onların gözünden duygularımız üzerine eğiliyor…
Kadın mücadelesi için kadınların ezilmesinin maddeci bir tahlilini geliştirmek, maddeci bir feminizmin temellerini araştırmak dün olduğu gibi bugün de önemini koruyan kritik başlıklardan biri. Kadınlarla erkekler arasındaki nesnel, maddi çıkar çatışmasını tespit etmek, kadınların harcadıkları emeği görünmez olmaktan kurtarmak ve adını koymak ise önemli bir görev olarak önümüzde duruyor.
Dünyanın en yanık, en bitirici ve en üretken aşklarından birine, Mari - Bedri aşkına, tanıklık etmemizi sağlayan Karadut romanının yazarları Müjgan Tekin Hasbal ve Vildan Tekin’le Karadut’a, Mari Gerekmezyan’a, Bedri Rahmi Eyüboğlu’na, Eren (Ernestine) Eyuboğlu’na ve bu aşklara, sanatlara; insanlığın yüzkarası savaşa, yokluğa, yoksulluğa; her zaman olduğu gibi güzel günlere duyulan umuda ev sahipliği yapmış dönemin önemli sanatçılarına dair konuştuk.
Haftanın yeni çıkan kitaplar arasından size özel derledik, keyifli okumalar dileriz.