Daha önce birkaç yazıda önerdiğimiz modeli kısaca hatırlatalım:
Belirli bir tarihsel blok ve onun egemenliği, salt iktidar olmanın, bir iktidar blokunun varlığının ötesinde bir olguya işaret eder. Sermayenin egemenliği söz konusu olduğunda tarihsel blok, sınıfsal ayrımları silikleştiren bir “buluşma” imajını, onayın zorun önünde gitmesini, kültürel ve entelektüel girdilerle de beslenen bir gelecek vizyonunu ve mevcut çelişkilerin kutuplaşmaya varmadan yönetilebilmesini gerektirir.
Türkiye’de 1946 sonrası dönem bu kavramlarla okunduğunda, 1950 yılında Demokrat Parti’nin, 1983 yılında ANAP’ın ve 2002 yılında AKP’nin belirli tarihsel blokların temsilcileri olarak iktidara geldikleri söylenebilir.
Son örnek, yani AKP, bir tür tarihsel bloku temsil özelliğini (bizce) 2013 yılından başlamak üzere yitirmiştir. Bugün sadece bir iktidar blokunu temsil etmektedir.
Bunlara tamam deniyorsa, sonrası?
***
“Sonrası” için temel tespitimiz şudur: Türkiye’de düzen sınırları içindeki siyasetin bundan böyle yeni bir tarihsel blok oluşturma imkânları yoktur, kalmamıştır.
Kuşkusuz, referandumlarda, genel ve yerel seçimlerde görüldüğü gibi çeşitli “ittifaklar”, başkalarına açık ya da örtülü destek biçimleri, “ortaklaşmalar” vb. bundan sonra da gündeme gelebilecektir. Ama tarihsel blok başka, bunlar başkadır. “Normalleşme”, “soğuma”, “hukuk devletinin yeniden tesisi”, “yargıda reform”, “kuvvetler ayrılığı ilkesine geri dönülmesi” ve benzerleri bu ülkeyi en fazla biraz daha “normal” hale getirir, o kadar.
Kaybettirilen eşeğini yeniden bulan sevgili kulların ortak sevinci tarihsel blokla karıştırılmamalıdır.
Burada kullanılan kavramlarla olmasa bile durum başkaları için de o kadar açıktır ki rejimden zaman zaman gelen “Türkiye ittifakı” sesleri, yeni parti kuracağı söylenen Davutoğlu’nun durup durup ortalığa “vizyon” saçması ya da Feyzioğlu’nun kendince yaptığı çıkışlar neyin artık geri gelmemecesine gittiğine ilişkin farkındalığın göstergeleridir.
Bunlardan bir şeyler, örneğin yeni “iktidar blokları” çıksa bile yeni bir tarihsel blok çıkmayacağı kesindir.
Geçmiş olsun.
***
“Sonrası” için diğer temel tespit: Bir kavram olarak tarihsel blok sadece burjuvazinin sınıfsal egemenliğinin belirli bir biçimini, bu anlamda belirli bir uğrağı tanımlamaz. Düzen karşıtı radikal muhalefet için de geçerlilik taşır; yani o da kendi “tarihsel blokunu” oluşturmak zorundadır. Kuşkusuz, sermaye egemenliği bağlamındaki tarihsel bloktan ayrılan kimi özellikleriyle birlikte…
Bu temel tespitin uzantısı olan gözlem ise şöyle:
Bugün rejime karşı oluşan “muhalefet cephesinde” normalleşmeye fit olma, kuvvetler ayrılığına dönüşle pek çok şeyin düzeleceğine inanma, “hukuk devleti” denilen şeyi her arızanın ilacı sayma, özetle kaybettirilen eşeği yeniden bulma sevincini yaşama eğilimleri ağır bassa bile, aynı cephe kendi içinde çok daha radikal nüveleri de barındırmaktadır.
Bizce ciddi bir potansiyeldir.
İşin kritik noktası ise, bu potansiyeli yeni bir tarihsel bloka taşıma görevinin sosyalistler dışında kimse tarafından taşınamayacak olmasıdır.
Evet, mevcut rejim karşısındaki birikim düşünüldüğünde sosyalistler henüz güçsüz, etkisiz ve “marjinal” durumda olabilirler. Ancak bu, tarihsel blok ihalesinin başkaları tarafından da üstlenilebileceği anlamına gelmez. İsterseniz daha açık konuşalım: Mevcut birikime bakıldığında, örneğin CHP ile HDP çevresindeki en ileri öğelerin bile sosyalist kesimin bir şekilde etkinliği ve müdahalesi olmaksızın çok daha azına razı olmaları kaçınılmazdır.
Zurnanın zırt dediği yer ise şu sorudadır: Sosyalistler, bugün yaşanan sürece tam içinden, başkalarını içerden etkileyerek mi müdahil olacaklar yoksa başkalarını bütünüyle kendilerine ait olan bir kulvara davet ederek mi?
***
Son olarak, muhterem okurlarımın Şeker Bayramını tebrik eder, kendilerine ve aile efradına huzurlu ve mesut bayramlar temenni ederim (bakalım kim ne diyecek diye yazdık).