Akla dolan o son bakış (unutulur mu, unutulmaz mı?)

Siyasal İslam’ın herhangi bir versiyonunun ve Tayyip Erdoğan gibi bir politikacının tarikatlar ve cemaatlerle birlikte ülkeye çoğulcu demokrasi getireceği düşünülmüş ve savunulmuşsa bunun bir döneme yönelik obsesif düşmanlık dışında bir açıklaması olamaz.

Metin Çulhaoğlu

Solcu aydınların tarihe ve güncelliğe bakışta benimsedikleri kimi teorik yaklaşımlar ve modeller olabiliyor. Burada, tarihsel maddeci ya da Marksist yaklaşımlardan değil daha çok akademik ortamlarda geliştirilip ardından belirli aydın çevrelerce benimsenen modellerden söz ediyorum.

Örneğin, “devlet-sivil toplum karşıtlığı” ya da “merkez-çevre teorisi” bu tür modeller arasında yer alıyor. Bir dönem “büyük anlatılara” karşı açılan savaş, akademisyen-aydın kesimde etkili olsa bile geride önemli boşluklar da bırakıyordu. İnsanlar hala çok spesifik ya da belirli bir yerelliğe özgü denemeyecek açıklamalar arıyordu. Örneklenen modellerin bu arayışa karşılık verdiği düşünülmüş olsa gerek...

Her neyse; modellerden ya da “bir alt” üst anlatılanlardan söz ediyorsak bunlar büyük ölçüde dönemseldir; bir dönem revaçtadır, sonra unutulur. 

Başka türlü söylersek, döneme ayak uydurma çabasındaki aydınlar ve genç akademisyenler için bunlar “akla dolan ilk bakış” olsalar bile aynı zamanda unutulmayan son bakış olmaları çok daha zordur.

***

Yukarıda söylenenlere karşın, bir de takıntılı-saplantılı (obsesif) yaklaşımlardan söz edilebilir: Başka ne varsa hepsini boşlayarak belirli bir konuya aşırı ve bağnazca yoğunlaşma…   

Sonuçta teorik modeller ya da yaklaşımlar bir dönem geçince terk edilebilir, unutulabilir. Ama takıntılardan kurtulmak o kadar kolay değildir; özellikle akla dolan son bakış olduklarında, bunlar unutulmaz…

***

Türkiye’de “sol liberal” denilen kesimin bir dönem gerçekten ifrata varan açıklanması zor AKP destekçiliğini devlet-sivil toplum karşıtlığı ve/ya da merkez-çevre teorisi gibi temellerden hareket etmelerine bağlayanlar var…

AKP destekçiliğinin bu tür modellerle gerekçelendirildiği bir gerçek.

Böyleyse, o kadar da ciddi bir sorun saymamak gerekir. Zamanla bu modeller de geçer gider, unutulur…

Sol liberallerin eskiden pek meraklı oldukları başlıklarda bugün sergiledikleri suskunluk da belki bu unutmanın, vaz geçmenin tezahürüdür.

Umarım öyledir…

Ama öyle olmayabilir de…

***

Türkiye’deki sol liberallerin elbette hepsinin değil ama belirli bir kesiminin buraya kadar adı geçen teori ve modellere aşkın (bunları önceleyen ve sonralayan) bir takıntısı-saplantısı olduğu kanısındayım: Tarihsel bağlamlarından koparılmış bir Cumhuriyet ve Kemalizm düşmanlığı…

Sol liberal kesim söz konusu olduğunda “cumhuriyet düşmanlığı” hiç kuşkusuz hilafetin, saltanatın, şeriatın ve Osmanlı’nın yüceltilmesi anlamına gelmiyor. Ne var ki Türkiye’de Osmanlı’ya, saltanata ve şeriata son veren, ülkeye belirli bir modernizasyon sürecine taşıyan hangi reform ya da hamle varsa istisnasız hepsine bir kulp takan, “eleştirel” olmanın da ötesine geçip düpedüz toptan reddiyeye varan yaklaşımların yukarıda sözü edilen iki teoriyle açıklanması neredeyse imkansızdır.

Bir takıntı-saplantı sayılması gerekir…    

Daha açık yazabilirim: Bir kesimin merkez-çevre teorisi ve/ya da devlet-sivil toplum karşıtlığı modellerinden hareketle Cumhuriyet deneyine eleştirel yaklaşması, Kemalizm’i bu açılardan eleştirmesi anlaşılabilir, açıklanabilir ve tartışılabilir bir durumdur; ne var ki Siyasal İslam’ın herhangi bir versiyonunun ve Tayyip Erdoğan gibi bir politikacının tarikatlar ve cemaatlerle birlikte ülkeye çoğulcu demokrasi getireceği düşünülmüş ve savunulmuşsa bunun bir döneme yönelik obsesif düşmanlık dışında bir açıklaması olamaz.

Ve akla dolan o son bakış buysa, unutulması da pek kolay olmayacaktır.

Yarın bir gün başka bir vesileyle gene çıkarlar…

***

Çok aşırıya gidilmişse, biraz empati yapabilirim:

“Günümüz Türkiye’sinde en üst düzeydeki muhataplarımızın, iktisadi meselelerde Nureddin Nebati, iç güvenlik meselelerinde Süleyman Soylu, yargıya ilişkin meselelerde Bekir Bozdağ ve eğitime ilişkin meselelerde de Mahmut Özer olması, geçmişin sırasıyla Şakir Kesebir’i, Şükrü Kaya’sı, Mahmut Esat Bozkurt’u ve Hasan Ali Yücel’i düşünüldüğünde sivil bir devrim sayılmalıdır.”