Türkiye’de sosyalizmin yakın geleceğine dair bir kestirim

Sosyalistler ne derlerse desinler ne yaparlarsa yapsınlar, aydınlanmayı bile “aşmayı” amaçlayan, Marx’ın zamanında hesaplaştığı kimisi ütopyacı görüşleri “yeni bir sosyalizm anlayışı” olarak takdim eden çevreler mutlaka çıkacaktır. 

Ender Helvacıoğlu yönetiminde yayınlanan Bilim ve Gelecek dergisinin Ağustos 2022 tarihli 220. sayısının kapak konusunu “50 yıl sonra nasıl bir dünya öngörüyorsunuz?” sorusuna verilen yanıtlar oluşturuyor.

Dergide soruyu yanıtlayanlar arasında ben de yer alıyorum.

Burada yazıyı özetleyecek değilim. Ancak, 50 yıl sonrasının dünyasına ilişkin belirli bir öngörünün başka bağlamlarda da önemli ve tartışmaya değer olduğunu düşünüyorum. “Temel” denebilecek bu öngörü şöyle:

“50 yıl sonrasının, 2072 yılının dünyası, kendi güncelliğinde, önceki üç tarihsel dönemi üst üste gelmiş biçimde yaşayacaktır. Başka bir deyişle, 2072 yılının dünyası, bunlara atıf yapılsa da yapılmasa da dünya tarihindeki 1776-1850, 1900-1925 ve 1960-1980 dönemlerinin iç içe geçmiş dinamiklerini ‘yenileyerek’ ve bunları güncel dinamiklerle harmanlayarak barındıracaktır.”

***

Kolayca kabul edilebilecek bir saptama olduğu iddiasında değilim. Özellikle 1990’lardan başlayarak insanların kafası neyin bittiğiyle, geri gelmemecesine gittiğiyle, tarihin derinliklerinde kaldığıyla, iflas ettiğiyle ve buna benzer “sonlandırmalarla” o kadar dolduruldu ki işin tarihsel süreklilik boyutu neredeyse tamamıyla unutuldu.

“Süreklilik-kopuş diyalektiğiyle” ilgili bir husustur ve ayrıca ele alınabilir.

Bunun yanı sıra, yukarıda aktardığımız öngörünün tarih bilimine ilişkin tartışmalı yanları da olabilir. Öngörünün özünü, üste binmiş zamansallıklar da denebilecek “çoklu zamansallık” (multi-temporality) yaklaşımı oluşturmaktadır. Kimi tarihçilere göre çoklu-zamansallık yaklaşımı, tarih biliminde önemli bir yeri olan dönemleştirmeyi (periyodizasyon) boşa düşüren özelliğe sahiptir.

Öyle ya bir dönemin özellikleri yeni dönemlerde de bir şekilde sürüyorsa tarihsel dönemler arasındaki kesin ayrım çizgilerini nasıl çizeceğiz? 

Bu itiraza katılmıyorum. Tarihte hiçbir yeni dönem, eskinin bakiyesini, izlerini, unsurlarını tam olarak silip yepyeni bir sayfa açamaz. Buna rağmen dönemleştirme gene de mümkündür: Belirli bir dönemin, geçmiş dönemlerin bakiyesini hangi yeni çerçevelere ya da bütünselliklere taşıyıp oralarda yeniden şekillendirdiğine bakılır…

Bu bakış derinlik kazanıp anlamlı sonuçlara ulaşıyorsa bu da size bir dönem tanımı verir. 

***

Şimdi bu yazının asıl konusuna gelebiliriz.

Konu, Türkiye solunun, biraz daha daraltırsak Türkiye sosyalist hareketinin yakın-orta vadedeki geleceğiyle ilgili. Burada Bilim ve Gelecek dergisindeki gibi dünya ve 50 yıl sonrası değil Türkiye sol hareketi ve onun önümüzdeki 10-15 yılı söz konusu.

Pek çok kestirimde bulunulabilir; ama az önce aktardığımız “temel öngörünün” bu bağlamda da geçerli olacağını düşünüyorum: Türkiye solu/sosyalist hareketi, yaşadığı ve yaşayacağı güncellikte ne 18. yüzyıl aydınlanmasını (ve onun Türkiye’deki yansımasını) ne 19. yüzyıl Marksizm’ini ne de Lenin ve 1917 Devrimi dahil 20. yüzyılın devrim deneyimlerini  aksiyom (belit) olarak alma, bunları “zaten herkesin kabul etmesi gereken şeyler” sayma  rahatlığına ya da “şansına” sahip olacaktır.

Kastettiğim, az önce sıralananları yeniden tartışma gündemine taşımak, bunlara bir de “başka gözle bakmak” değil.

Sosyalistler ne derlerse desinler ne yaparlarsa yapsınlar, aydınlanmayı bile “aşmayı” amaçlayan, Marx’ın zamanında hesaplaştığı kimisi ütopyacı görüşleri “yeni bir sosyalizm anlayışı” olarak takdim eden çevreler mutlaka çıkacaktır.  Leninizm dahil 20. yüzyılın düşüncelerine ve sosyalizm deneylerine idealizmden Jakobenizme, totalitarizme ve bir ihtimal “açık toplum düşmanlığına” uzanan etiketler yapıştırılacak, en azından bunların neredeyse hepsini boşa çekilmiş kürek sayan görüşler ileri sürülecektir.

Yani bunlar önümüzdeki dönemlerde de hep olacaktır.

Bu öngörü kuşkusuz sosyalist hareketin düşünce/fikir dünyasıyla ilgilidir.

Ve elbette iş bundan ve buradan ibaret değildir.

***

İş bundan ibaret değilse, tek olmasa bile asıl sözün kimde olacağına da bakmak gerekir: Bugün  parça parça ortaya çıkan, yanıp sönen, örgütsüz kıpırdanma ve tepkilerin istikrarlı bir kitlesel muhalefete evrilmesi ve daha da önemlisi bu kitlesel muhalefetin merkezinde sınıf hareketinin yer alması…

Asıl sözü burası söyleyecektir.

Unutulmasın: Tarihte, Türkiye sol/sosyalist hareketi dönüp kendine bakma ihtiyacını en fazla şu üç olguda duymuştur:

15-16 Haziran büyük işçi direnişi,

Kürt özgürlük hareketi ve

2013 Gezi Direnişi…