Yeni yıl için hiçbir şey öngöremiyoruz!

Bir kez daha, evet, durum karışıktır, belirsizlikler ve öngörülemez ihtimaller ön plandadır; ama ne kadar “dolaylı” görülürse görülsün, istenirse “indirgemeci” bulunsun, bu kaotik durumun temel nedenleri tespit edilebilir.   

Bugün yeni yılın ilk günü.

Böyle günlerde yazılanlar genellikle geride kalan yılın bilançosunu çıkarır ve yeni yılda beklenebilecekler konusunda öngörülerde bulunur. Normal olarak bunlardan ilki görece kolay, ikincisi ise daha zordur.

“Normal olarak” dedik; Türkiye’den ve siyasetin akışından söz ediyorsak, ikisi de zordur.

Geçmiş yılın muhasebesindeki zorluk, değişkenliklerin ve belirsizliklerin az çok istikrarlı bir eğilim tespitini neredeyse imkansız kılmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, 2021 yılında ortaya çıkan durumlardan, gelişmelerden ve yaşanan deneyimlerden hangilerinin 2022 yılında yaşanabileceklere ışık tutuğunu, belirleyicilik açısından diğerlerine baskın çıkacağını kestirmek pek kolay değildir.

Seçimler ne zaman yapılacak?

Seçimlere “normal” koşullarda mı gidilecek yoksa ortaya sıra dışı, hiç beklenmedik birtakım olaylar mı çıkacak? 

AKP ve Cumhur İttifakı gerçekten gidici mi?

Ekonomi bir ölçüde de olsa rayına oturtulabilecek mi?    

Bu ve benzeri sorulara herkesi ikna edecek makullükte ve kesinlik derecesi yüksek yanıtlar verilebileceğini sanmıyoruz.    

***

Medyadan duymuşsunuzdur: Niğde kalesini gezmekte olan bir kadın “yanlış” bir yere basıyor ve 200 metre ötedeki “metruk” bir binadan kaleye tünel kazan definecilerin üstüne düşüyor…

Niğde’de gerçekleşen bu olayın ihtimaller hesabında alabileceği değer ile siyasette yaşanabileceklerin alacağı değerler kuşkusuz birbirinden çok farklıdır. Evet, siyasette belirsizliklerden, öngörülemez durumlardan söz ediyoruz; ama siyaset Niğde’deki olay kadar rastlantılara bağlı olamaz. Durum ne kadar karmaşık görünürse görünsün, aslında o kadar da “örtülü” olmayan,  biraz düşünüldüğünde ulaşılabilecek kimi temel belirleyenler bulunabilir.

Bir kez daha, evet, durum karışıktır, belirsizlikler ve öngörülemez ihtimaller ön plandadır; ama ne kadar “dolaylı” görülürse görülsün, istenirse “indirgemeci” bulunsun, bu kaotik durumun temel nedenleri tespit edilebilir.   

***

Birbiriyle bağlantılı iki temel neden görebiliyoruz.

Birincisi: Türkiye, siyaset, ekonomi, ideoloji, devlet yönetimi, kültür, kısacası akla gelebilecek her alanda bir kriz içindedir. Bu kriz, 20 yıllık AKP iktidarında pek çok taşın yerinden oynatılmasından, düzenin belirli bir oturmuşluk taşıyan özelliklerinin erozyona uğratılmasından, bir benzetmeyle macunun tüpten çıkartılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bozulan dengelerin yerine yeni dengeler kurulamadığı gibi macunun yeniden tüpe sokulması da bilindiği gibi mümkün olmamaktadır.

İkincisi: Türkiye’de mevcut durum sol alternatifi, hadi “dayatıyor” demeyelim, ama en azından gündemin ön sıralarına çıkarırken, bu alternatif siyasetin gündelik ya da çok kısa vadeli hesapları ve ihtimalleri arasında kaynıyor ya da kaynatılıyor. Burada, sosyalizmin ne kadar iyi hoş olduğundan değil bir bakıma “epistemolojik” bir durumdan söz ediyoruz: Siyasette solun ve sosyalizmin, varlığı hissedilir, gözle görülür ve atıflarda bulunulur bir güce ulaşması, siyaset alanındaki karmaşık tabloyu da sadeleştirecek, belirsizlikler alanını daraltacak, siyasal süreçleri ve aktörleri oraya buraya oynama imkanlarından yoksun bırakarak herkesi ait olduğu yere oturtacaktır. 

İki neden birbiriyle bağlantılı dedik, ama bir ekle birlikte: Gerçekleşmesi mümkün görünen, birinci nedenin yeni bir oturmuşlukla, yeni ve sürdürülebilir dengelerle etkisini azaltması ve böylece solun önüne yeni bir durum çıkarması değil, solun güçlenmesi ve etki alanını genişletmesiyle Türkiye’nin, düzenin ve onun aktörlerinin önüne yeni bir durum çıkarmasıdır.

***

“Bu iş böyle gider” kayıtsızlığı ile “sosyalist devrim olur her şey düzelir” beklenticiliği arasında hem “devrimci” sayılabilecek hem de günümüz gerçekleriyle uyumlu başka bir dolayım bulunamaz mı?

Görebildiğimiz kadarıyla Türkiye’de 27 Mayıs 1960 sonrası birkaç yıllık dönemi hatırlamakta yarar var.  27 Mayıs derken elbette “askeri darbeden” söz etmiyoruz. Kastettiğimiz şudur: Türkiye’de siyaset solun da etkisiyle ve zorlamalarıyla öyle bir kıvama gelsin ki buradan bir kurucu meclis, yeni bir anayasa, eğitimden sağlığa, seçim sisteminden siyasal partiler mevzuatına kadar çeşitli alanlarda yeni düzenlemeler çıksın.

Kuşkusuz bu bir “devrim” olmayacaktır; ama “güçlendirilmiş parlamenter sistem” hedefinden çok daha ileri olduğu da kesindir.