Üç gündem ve bir öneri

Türkiye’de iktidar blokunun tepe tepe kullandığı, fırsat buldukça üzerine üzerine gittiği önemli kimi gündemlerin, aynı zamanda sosyalistler dahil olmak üzere genel olarak solun tereddütlere düştüğü, kafasının karıştığı ve farklı sesler çıkardığı gündemler olduğunu not ederek başlayalım.

Söz konusu gündemleri de sıralayalım: Demokrasi, laiklik ve bağımsızlık.

Solun bu üç başlığı tartışması ve bu başlıklarda kendi içinden farklı görüşler çıkarması normaldir. Normal olmayan, hatta acınası sayılması gereken durum, bu tartışma ve ayrışmaların hep iktidar blokunun manipülasyonları ve demagojileriyle ortaya çıkması, böyle başlaması ya da küllenmişken yeniden alevlenmesidir.

Bu durum, solun söz konusu gündemlerde olgunlaşmış ve yerleşmiş, her durum ve koşulda arkasında durulacak görüşleri olmadığının bir göstergesi sayılmalıdır. Solun bu gündemlerin her birine ilişkin kuşkusuz belirli fikirleri vardır; ancak, dediğimiz gibi bunlar sistemleşmemiş, dağınık durumdadır ve parçalar ancak iktidarın şu ya da bu “çıkışı” üzerine birleştirilmeye çalışılmaktadır.

***

Solun, olması gerektiği halde, demokrasi konusunda seçimlerin, temsili-parlamenter demokrasinin, “darbe karşıtlığının” ve şimdilerde “güçlendirilmiş parlamenter sistemin” ötesinde söylediği şey hemen hemen yok gibidir. Oysa günümüz dünyası, demokrasi kavramının özellikle katılım ögesiyle birlikte ve emek süreçlerini de içerecek biçimde ele alınması açısından sola ciddi imkanlar sunmaktadır.

Sol, laiklik söz konusu olduğunda anlaşılması güç tereddütler içindedir. Bir ara herhalde birilerinin gönlü hoş olsun diye “özgürlükçü laiklik” diye bir şey icat edilmişti. Bugün ise laf açıldığında “nasıl olmaması gerektiğinden” fırsat kalıp laikliğin ne olduğu ve neden istendiği bir türlü söylenememektedir. Geçtiğimiz günlerde Fikri Sağlar’ın maruz kaldığı “linç” sol adına utanç verici sayılmalıdır.

Bağımsızlık dendiğinde meydan, “küreselleşmiş dünyada bağımsızlık mı kaldı” diyen liberallerle konuyu Avrasyacılığa ve S-400’lerin operasyonel kılınmasına indirgeyen ulusalcılara kalmış gibidir. Sol, bağımsızlığın jeopolitikten çıkmayacağını, önce bağımsızlığın geldiğini, jeopolitiğe ise bundan sonra bakılacağını açık açık söyleyememektedir.

***

Solun, kendisine dışsal hangi ideolojik etkilerle bu duruma geldiği ayrı bir tartışma konusudur. İsteyen, yukarıdakilerden ilk ikisinde liberalizmin, üçüncüsünde ise ulusalcılığın ağır bastığını söyleyebilir.

Ayrıca, sosyalist solda bu gündemlerde üretilen düşünceler ve görüşler hiç olmadığını söylüyor da değiliz. Ancak, dediğimiz gibi, bunlar dağınık kalmakta, herhangi bir olay karşısında merkezkaç yönelimleri, kafa karıştırmaktan başka işe yaramayan eksantrik değerlendirmeleri boşa düşürecek bir etki yaratamamaktadır.

“Gerçekçi” ve “mümkün” bulunmasa bile önerimizi de söyleyelim:

Türkiye sosyalist hareketinin bu gündemlerde birbirine yakın duran “müfrezeleri”, gündelik siyasetin akışı içerisinde ortaya çıkacak önemli konularda en azından “ortak açıklama” yapmalarına imkan tanıyacak bir diyalog ve görüş alışverişi içinde yer almalıdır.