Tuhaf günlerin aydınları

Sonunda Doors’un dediği gibi oldu: Tuhaf günler izimizi sürdü, gelip bizi buldu (Strange Days, 1967).

Doors’un 68’i bir yıl önceden haber verdiğini söyleyemiyoruz; 68’de yeni olan vardı, ama herhangi bir tuhaflık yoktu. Gerçekten tuhaf günler geçtiğimiz yüzyılın son on yılında gelip çattı, sürüyor. Türkiye’de de tanık oluyoruz, yaşıyoruz…  

Tuhaf günlerin bir tezahürünü aydınlarla kamuoyu arasındaki etkileşimde görebiliyoruz. Bu etkileşim, 1980 öncesine göre köklü biçimde değişmiş görünüyor. Artık topluma gerçekleri anlatan, söyle ya da böyle yol gösteren aydın çok geri plana düştü. Yerini, ne yapsam da ezber bozsam, ne desem de flaş olsam, çok tartışılsam derdindeki aydına bırakmıştır.

Karşılıklıdır; zaten tuhaf günlerin kamuoyu da gerçekliği ve faydası olmasa bile kendisine “şok açıklamaların”, “gündem değiştirecek çıkışların” iletilmesini istemekte, “bana bunlarla gelin” demektedir.

***

Hakkını vermek gerekirse, az önce bir boyutuna değindiğimiz tuhaf günlerin Türkiye’ye de geleceğini başka herkesten önce (80’lerle birlikte) gören ve gereğini yapan aydın, Yalçın Küçük olmuştur. Yakın zamanlara kadar hep “şok açıklamalar” yapmış, “gündem değiştirecek” sözler söylemiş, “ezber bozmuş” ve elbette “çok tartışılmıştır.”

Türkiye’de “bu işi” en uzun süre yapan odur.

Son dönemde sağlık sorunlarından kaynaklandığını öğrendiğimiz bir sessizlik içindedir.

Küçük’ün kısa sürede sağlığına kavuşup yeniden “aramıza” dönmesini temenni ediyoruz.

***

Tuhaf günlerin aydınları diyorsak akla gelen iki isim daha var: Celal Şengör ve İlber Ortaylı. Üstelik bu ikisinin, işin içine Yalçın Küçük’ü ve komünistleri de katan, ancak “iğrenç” denebilecek bir muhabbete girdiklerini biliyoruz.

Okur belki şaşıracak; ama bu iki isme hemen “saydırmak” yerine “sorunları” nereden kaynaklanıyor, görebildiğimiz kadarıyla oradan devam edeceğiz.

Marksist düşünce ve yöntem açısından bakıldığında Celal Şengör ve İlber Ortaylı, belirli dengeler içinde tutulması gereken ögelerden birini alıp bunu en uçlara taşıyan insanlardır.

Celal Şengör, dümdüz bir aydınlanmacı, küt bir pozitivist, kaba bir materyalist ve bir bilim fetişistidir. Toplumların seçim falan gibi şeyler olmadan, her bilim dalının o dalın en seçkin iki temsilcisi tarafından temsil edildiği bir “yüce meclis” eliyle yönetilmesi fikrine itiraz edeceğini sanmıyoruz. Nazi sempatizanı olduğunu da söyleyemeyiz; ama 1930’larda Almanya’da yaşasaydı özellikle Hermann Göring’e ve Luftwaffe’ye en azından sempatiyle yaklaşacağı kesindir.

Kendisi, diyalektikten, üretim tarzlarına özgü dinamiklerden ve sınıf mücadelelerinden arındırılmış, mutlak gerçek olarak başka her şeyin üzerinde duran bir bilim anlayışının, bir tür materyalizmin temsilcisidir ve zorunlu olmasa bile buradan kaba bir Marksizm düşmanlığı ve anti-komünizm çıkması büyük olasılıktır.

Elitizm çıkacağı ise kesindir: Zamanında aydınlanmanın seçkin temsilcilerinden Voltaire de “uygarlıktan nasibini almamış” halkları hakir görmemiş miydi?

***

Ortaylı’nın “sorunu” ise tarihselciliğin ve bu yaklaşımda yeri olan tarihsel göreliliğin adeta mutlaklaştırılmasındadır. Marksist tarih anlayışı, tarihsel olayların, süreçlerin ve kurumların kendi koşullarına göre anlamlandırılmasını ve açıklanmasını öngörür; ama bunlara bir kaçınılmazlık, gelişkinlik ve mükemmellik izafe etmez. Ortaylı’ya göre ise örneğin Osmanlı’da ne varsa kendi döneminin mutlak zorunluluğu olarak ortaya çıkmıştır; çoğu kez de en “mükemmel” haliyle…

Ortaylı, tarihe sınıfsallık ve sınıf mücadeleleri boyutuyla (da) bakma açısından hocası Halil İnalcık’ın gerisindedir. Onun için özellikle kendi alanındaki tarihsel vakıalar, daha genel bir çerçeveye oturtulması gerekmeyen, dahası karşısında adeta secdeye varılacak, kendi başına mutlak gerçeklerdir.

Kuşkusuz, bunları bilmeyenler de cahil cühela takımıdır.

Örneğin Osmanlı’da Tanzimat devri mülki idare sisteminde kapı kethüdalığı müessesesinin inceliklerini bilmeyen biri, kim olursa olsun cahildir! 

***

Peki, halkımız Şengör’ün bilimciliğine ve Ortaylı’nın tarihçiliğine büyük değer biçtiği için mi bu insanları izliyor, ne dediklerini dinliyor?

Ne gezer…

Tuhaf günlerin aydınları bunlarsa, aynı günlerin “sıradan” insanları da cahil addedilmekten özel haz alanlar, büyük ihtimalle “Bu cehaletimle iyi ki boyumdan büyük işlere kalkışmıyorum” huzur ve tesellisi arayanlardır.