Terazi ve sıklet

Geçtiğimiz yılın sonlarına doğru Birleşik Haziran Hareketi (BHH) kendi dışından, HDP-HDK çevrelerinden atılan iki adıma muhatap oldu. 

Bu adımlardan ilki doğrudan BHH’ye değil de onu oluşturan unsurlardan birine, ÖDP’ye yönelik bir teklifti: Gelin seçimlere birlikte katılalım…  İkincisi ise, BHH’nin Türkiye Meclisi toplantısından sonra bu hareketi hedef alan kimi eleştirilerden oluşuyordu. Haksızlık etmeyelim; içeriğine az son değineceğimiz bu eleştiriler HDP-HDK oluşumunun merkezinden değil, daha çok onun “kraldan fazla kralcı” diyebileceğimiz kesimlerinden geliyordu. 

BHH’nin bir parçası olan ÖDP’ye yapılan teklif hakkında burada fazla konuşmak gerekmiyor.  Muhatap ÖDP’dir ve teklifi yanıtlayacak olan da odur. Gene de şu kadarını söylemekte bir sakınca görmüyoruz:  Birleşik hareketin katılımcılarından olan bir partiye, sanki böyle bir oluşum hiç yokmuş gibi teklifte bulunulması siyaseten pek “şık” olmamıştır.

İlk adım konusunda sadece bu kadar… 

*** 

İkinci adımdan kastedilen ise BHH Türkiye Meclisi sonrasında, özellikle belirttiğimiz gibi HDP oluşumunun daha çok “çeper” denebilecek unsurlarından gelen kimi eleştirilerdir. 

En başta, bu eleştirilere temelde bir mantıksızlığın ya da tutarsızlığın damga vurduğunu söylemek durumundayız. 

BHH, bir yanda, ortada HDP gibi bir oluşum varken ayrı bir mecrayı zorlamakla eleştirilmektedir. Denmektedir ki işte AKP karşıtlığıysa, solsa, emekse, şuysa buysa hepsi burada var; neden ayrı bir oluşum? Gelgelelim, aynı çevreler, özellikle Türkiye Meclisi toplantısının ardından BHH’yi Kürt sorunu konusunda duyarsızlıkla (hatta inkârcılıkla); dinci gericilik ve laiklik gibi konularda solun geleneksel ve “Kemalist etkiler taşıyan” duruşundan kopamamakla eleştirmektedir. 

Şimdi, eğer BHH bu eleştirileri gerçekten hak eden bir hareketse, HDP dışında bir kanalı zorladığı için neden eleştirildiği ve neden bu oluşumun bir parçası olarak görülmek istendiği hiç anlaşılmamaktadır. Bu durumda ya eleştiriler büsbütün haksız ve temelsizdir ya da söz konusu çevreler “Böylesiniz, ama gene de gelin, biz sizi adam ederiz” rahatlığı içindedir.  

Eleştirilerin haksız ve temelsiz olduğu şıkkını tercih ediyoruz. İkinci şıkkın geçerli olduğunu varsaydığımızda “başka türlü” konuşmamız gerekecektir ve şimdilik hiç gereği yoktur.

***

Neden “ayrı” oluşumlar, “ayrı” yollar?  

Bu soruların, “güncel” ve doğrudan doğruya “politik” diyebileceğimiz yanıtları vardır. 

Örneğin, BHH’nin hedefinin AKP’yi “sıkıştırmak”, “zorlamak”,  onu bazı şeylere “mecbur bırakmak” değil, bu musibeti def etmek, on yılı aşkın süredir ülkede ektiği tohumları ve bıraktığı izleri mümkün olduğunca söküp atmak, kazımak olduğunu söyleyebiliriz.  

Eğer bu hedefte anlaşma varsa, bunun yolu yordamı elbette tartışılır, görüşülür…

Örneğin BHH, AKP sonrası (tek başına iktidar olamaması anlamında) olası bir “restorasyon” operasyonunu bugünden hesap etmektedir ve böyle bir operasyonun şöyle ya da böyle “parçası” olmamaya kararlıdır. 

Eğer başkaları da aynı kararlılıktaysa, bunun yolları elbette tartışılır, görüşülür…  

Sonra, temelde tikel bir sorunun (Kürt sorunu) belirleyiciliğindeki bir hareketin ülkenin başka coğrafyalarına kendi bünyesindeki farklı yüzlerle bakmasındansa, gerçekten farklı bir yüzün hitap edebileceği kesimlere ülkenin belirli bir coğrafyasındaki sorunu ve bunun çözüm yollarını göstermesi çok daha etkili olacaktır.

***

Ancak, konunun “güncel ve “doğrudan politik” yanlarının ötesinde, bir de felsefi-politik yanı olduğu unutulmamalıdır. 

BHH’nin değil, yazarın kendi görüşüdür ve şöyledir: 

Emek sömürüsü, piyasa, metalaşma, işsizlik, yabancılaşma, kadın-erkek eşitsizliği başta her tür eşitsizlik, çevrenin tahribi, özgürlüklerin giderek kısıtlanması vesaire… Bu sıralananlar dâhil genel olarak insanlığın, özel olarak da Türkiye’nin sorunlarının, bu sorunların çözüm yollarının zorlanmasının ve giderek çözümünün “ulusal sorun” ekseninde tasavvuru bile objektif olarak mümkün değildir…  

Ulusal sorun “önemsiz” olduğu için değil; sadece bu terazi o kadar sıkleti çekmeyeceği için…