Teorinin doruk noktası

Kimse “canım bu da gelip geçer” demesin. Kuşkusuz “geçebilir”, ama durumun artık netleştiğini söyleyebiliriz: O geçerse bir başkasının geleceği, önümüzdeki süreçlerin böyle gelişeceği bellidir.

Fransa’daki “sarı yelekliler” hareketinden söz ediyoruz.

Başkaları da söyledi, yazdı; uzun uzun anlatmaya gerek görmüyoruz: Yeni dünya düzeni vizyonu, “adil küreselleşme” söylemleri, liberalizmin siyasal ve ideolojik tezleri, bunların hepsi çökmüştür. Bugün Fransa’da yaşananlar, yaklaşık çeyrek yüzyıl süren bir vaatler döneminin iflasını tescil etmektedir.

Devam edelim: Dünya kapitalizmi, 20. yüzyıl ortalarına gelindiğinde geçmiş yarım yüzyıldan dersler çıkarmış, bu dersler ışığında kendini yeniden yapılandırabilmişti. İktisadi ve sosyal alanlarda “refah devleti” modeliyle, siyaset felsefesinde Arendt ve Popper’le, insan hakları alanında sayısız belge ve sözleşmeyle, üçüncü dünya ülkeleri söz konusu olduğunda ise gündeme soktuğu “kalkınma iktisadıyla” hiç de kof sayılmazdı…

Bu kez çeyrek yüzyıl süren son dönemin ardından dünya kapitalizmi bugün aynı durumda değildir. Siyaset felsefesi, ideoloji, demokrasi, insan hakları, kalkınma vb. deniyorsa, bugün dünya kapitalizmi geçmiş çeyrek yüzyıldan dersler çıkarıp bu derslerin ışığında kendini bir kez daha ve küresel ölçekte yeniden yapılandıracak donanımdan yoksundur.

“Küresel ölçekte yeni bir liberal restorasyon” deniyorsa, o cephede bunun nasıl olacağını bilen şöyle dursun düşünen bile yoktur. Anlayabildiğimiz kadarıyla bunun nasıl olacağını yalnızca birtakım sosyalistler bilmektedir ve bu da ilginç bir durum sayılmalıdır.

***

Karşı tarafın ne yapıp yapamayacağı konusunu geçip kendi tarafımıza bakalım mı?

Kapitalizmin içinde bulunduğu döneme özgü tepki, hareket ve patlamaların zamanını ve yerini önceden kestirmemiz pek mümkün görünmüyor. Ancak, bu tür hareketlenmelerin bileşimi hakkında konuşmamız mümkündür ve bundan sonrası için belirli bir güvenle söylenebilecek olan şudur: Bugün Avrupa ve dünyanın önemlice bir bölümü, toplumsal tepki ve hareketlilik açısından 20. yüzyıl başlarından çok 19. yüzyıl ortalarına dönmüş görünmektedir.

Kuşkusuz bir “gerilemeden” ya da eskiyle özdeşleşmeden söz etmiyoruz. Söylemeye çalıştığımız şu: Bildiğimiz ya da geleneksel işçi sınıfı, eskisine göre çok daha fazla, küreselleşmenin olsun, neoliberal politikaların olsun, sermaye sınıfının kendi iç tepişmelerinin olsun yeni kaybedenleriyle, yeni hoşnutsuzlarıyla, yeni itelenmişleriyle vb. sarmalanmış durumdadır. Üstelik bu geniş kesimler “partizan” olmadığı gibi ayaklanmak için “önderin çağrısını” da beklememektedir.

Ya böyledir diye boş vereceğiz, hatta bu tür hareketliliklerin sağa da bakan özelliklerinden ürküp geri duracağız ya da önümüzdeki dönemin kalıcı bir olgusu sayıp ona göre düşüneceğiz ve hareket edeceğiz.

***

Olgu, sosyalistlerin önüne teori ve örgütlenme alanlarını kapsayan önemli bir gündem koymaktadır.

Özellikle teori alanında sosyalist düşünce için tahrik edici, geliştirici yanları vardır.

Sosyalist düşünce, böyle bir gündemde tek bir meydan okumayla karşılaşacaktır ve bunun karşılanması da teori alanında bir hamle anlamını taşıyacaktır: Sosyalist düşünce (ve elbette hareket); küreselleşmeye olan tepkileri milliyetçi bir içe kapanma yönelimi dışında nereye taşıyabilir? Sosyalizmin mayasında olan enternasyonalizm ve dayanışma, uluslararası sermaye çevrelerinin ve onların güdümündeki uluslararası kuruluşlarla “sivil toplum örgütlerinin” benzer iddialarından nasıl ayrıştırılabilir? Sosyalizm, yüz yıl öncesine göre çok daha çeşitlenip boyutlanmış “insani özlemleri” nasıl bir sosyalizm önerisiyle karşılayabilir?

“Bu soruların neresi teorik” derseniz:

Hepsinin üzerinde küresel ölçekte düşünülebilir ve birtakım çözüm önerilerine ulaşılabilir; ama bu teorinin yalnızca bir kertesidir. Gerisi, bu düşünceleri ve benzerlerini ülke ölçeğinde bir sosyalizm stratejisiyle bütünleştirmektir; evet, bu da bir kertedir, ama bu kerte “gerçek teorinin doruk noktası” olarak bilinmektedir.