Tarikatlar “sivil toplum kuruluşu” sayılabilir mi?

Bugün düşük profil vermek zorunda kalmaları, düşüncelerinde köklü bir değişikli olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. 

Yazının başlığındaki sorunun bugün gündemden çıkmış olduğunu düşünebilirsiniz. Gerçekten, bu konuda düşünsel ortam eskisi gibi değil. Bundan on yıl öncesine kadar tarikatların “sivil toplum kuruluşları” olduğunu göğsünü gere gere söyleyen kişileri sağda da solda da rahatlıkla bulabilirdiniz.

Bugün durum pek öyle değil gibi görünüyor.

Ne var ki görünüş aldatıcı da olabilir. Sağı bırakıp sola bakarsak, dinsel tarikatların “bize özgü” bir tür sivil toplum örgütlenmesi olduğunu, ancak siyasal süreçlerin ve iktidar politikalarının tarikatların bu özelliğini bozarak onları başka mecralara taşıdığını düşünenler mutlaka vardır.

Bugün düşük profil vermek zorunda kalmaları, düşüncelerinde köklü bir değişikli olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. 

Bizim görüşümüz ise açık ve kesindir: Türkiye’de tarikatlar “sivil toplum kuruluşu” değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır.

Bu yargı, kuşkusuz “sivil toplum” denilen alana ilişkin belirli bir anlayıştan ve bu anlayışa göre ne tür kuruluşların sivil toplum kuruluşu sayılabileceğine ilişkin göstergelerden kaynaklanmaktadır.

Kestirmeden gideceğiz.

***

Marksizm’in kendi “sivil toplum” tanımı dışında, günümüz uluslararası literatüründe “sivil toplum” genel olarak devletin ve iş çevrelerinin  dışında kalan, bu arada aile gibi kurumları da kapsayan bir alan olarak tanımlanmaktadır. Böyle olunca, sivil toplumun devletten ve iş çevrelerinden mutlak bağımsızlığı esasen düşünülebilecek bir durum değildir.  Ancak gene de bu alandaki, yani sivil toplum alanındaki örgütlenmelerin tanımında her ikisinden de belirli ölçülerde bağımsızlık öngörülür.

Bu göreli bağımsızlığın ölçüleri de aşağı yukarı bellidir: Örgütlenmelerin en başta yurttaşlık temeline dayanması, bu örgütlenmelerin iç demokrasiyle birlikte başka yurttaşlar açısından  şeffaflık ve denetlenebilirlik gibi ölçütleri karşılaması ve faaliyet alanı itibarıyla kaçınılmaz olan temaslar dışında devletin ve iş çevrelerinin doğrudan nüfuzundan ve yönlendirmesinden bağımsızlık

Tarikatlar, yukarıda kısaca özetlenen ölçütlerin hiçbirini karşılamamaktadır.

Bu örgütlenmelerde yurttaşlık yerine “kulluk” nosyonu, gerçek anlamda gönüllülük yerine “biat” anlayışı hakimdir.

Tarikatlarda, o tarikatların başındaki kişilere kayıtsız şartsız biat gerektiği gibi herhangi bir demokratik iç işleyişten, başka yurttaşlar için şeffaflıktan ve devlet dışında (o da yaparsa) herhangi bir denetlemeden söz etmek mümkün değildir. 

Siyaset ve iş çevreleriyle ilişkilere gelince: Tarikatlar, siyasetle ve özel olarak devletle fazlasıyla iç içedir; tarikat mensuplarının kimi önde gelenleri siyasal partilerde ve devlet yönetimi kademelerinde önemli yerler tutmuştur. İş çevreleriyle ilişkiler açısından, tarikatların çoğu aynı zamanda sermaye sınıfının bir parçası olacak kadar “yükünü tutmuş” durumdadır.

Bu söylenenlerle kuşkusuz kendi “sivil toplum kuruluşu” anlayışımızı ortaya koymuş oluyoruz. Gelgelelim, bilebildiğimiz kadarıyla, bugün uluslararası literatürdeki (örneğin Birleşmiş Milletler) sivil toplum kuruluşu tanımı da burada söylediklerimizden fazla farklı değildir.  Bakın, Marksist bakış açısından söz etmiyoruz; bugün genel kabul görmüş hangi uluslararası belgeye, tanıma bakarsanız bakın orada bizdekilerin özelliklerini taşıyan dinsel tarikatlara bir yer olmadığını görürsünüz.

“Başka yerlerde öyle olabilir, ama bizde ancak böyle olabilir” denirse bu da o çok eleştirilen “oryantalist bakışın” bir versiyonu olabilir, o kadar.

Eğer böyleyse, 1960’lardan hatırladığımız bir “sivil toplum kuruluşu” örneği verebiliriz: Komünizmle Mücadele Dernekleri…

Eğer gerçekten böyleyse, örneğin ABD’deki Ku Klux Klan’ın ya da John Birch Topluluğu’nun  birer sivil toplum kuruluşu olduğunu söylemekte hiçbir sakınca yoktur.

***

“Kestirmeden gidelim” dedik ve öyle gittik.

Bu kestirmeden gidişin meramı da açık olsa gerek: Tarikatlar için başka ne düşünürseniz düşünün, isterseniz Ecevit gibi “bazıları iyidir, faydalıdır” deyin, isterseniz yere göre sığdıramayın, tarikat şeyhlerinin bilgeliklerine hayranlık duyun,  isterseniz “Bizim bölgemizdekiler başkadır” diye avunun, isterseniz “Tepeden modernleşme süreçlerinin tetiklediği spontan tepkilerin enformel kanal arayışlarının sonucu olarak tarikatlar: Yeni bir senteze doğru” başlıklı yazılar yazın…

Ne yaparsanız yapın.

Ama bari “sivil toplum kuruluşu” demeyin…