Tamam, 'yönetemiyorlar' da…

“Şu da olabilir bu da, öyle de olabilir böyle de” türü değerlendirme ve tahminler bıkkınlık verdiyse biraz daha kesin ve köşeli şeyler söyleyelim.

Konu da Türkiye olsun…

***

Birincisi: Türkiye’nin, içinde bulunduğumuz kriz sonrasında, ekonomisi ve siyasetiyle daha “pozitif” bir noktaya gelmesi ihtimali sıfırdır. Türkiye için artık “yeni normaller” de bitmiş, yerini birbirini izleyecek “yeni negatifler” dönemine bırakmıştır. Tek umut ışığı, her yeni negatifin kendi içindeki karşı direnci de besleyip büyütmesidir.  Başka bir deyişle muhalefet, en azından bugün için, “yeni negatifler” karşısında caydırıcı olabilecek durumda değildir. 

İkincisi: Türkiye’de ana akım siyasette “Malthusçu” (!) eğilimler vardır. Bu siyasette muhalefet kanadının halkçılığı ve mücadele kararlılığı ancak aritmetik diziyle artabilirken (o da olursa) iktidar kanadının sağcılığı ve saldırganlığı geometrik diziyle artmaktadır.  Liderliğin yarın bir gün örneğin S. Soylu ve taraftarlarıyla girişeceği, MHP’nin de bir şekilde içinde yer alacağı bir hesaplaşma, o an için kim en sağda görünüyorsa onun karşısındakinin daha da sağa yönelmesi şeklinde seyredecektir. Bizce böyle olacaktır; ama bu kapışmada kimin daha “demokrat” ve “fabrika ayarcısı” olduğuna ilişkin tahliller de illa ki çıkacaktır. 

Üçüncüsü: Dünyadaki genel eğilimlerin Türkiye’de siyasetin yörüngesi üzerinde belirli bir etkisi olduğu doğrudur. Kriz sonrası dünyada başat olacak eğilimler hakkında Türkiye kadar kesin konuşmak mümkün olmasa da söylenebilecek bir şey vardır:  Uluslararası ilişkilerde ve politikalarda Darwinist anlayış daha da güçlenecek ve Türkiye’deki rejim bundan fazlasıyla yararlanmaya çalışacaktır.

***

İlk üç maddede çizilen tablo çok mu karamsar?

Öyle bulunmuşsa nedenleriyle devam edelim.

Dördüncüsü: Bugün iktidarla muhalefet arasında belirli bir noktada ciddi bir asimetri vardır. İktidar artık hukuksal gerekçelere ihtiyaç duymadan ve meşruiyet sınırlarını önemsemeden verili anda neyi gerekli görüyorsa onu yapmaktadır. Muhalefetin yapabildiği ise, iktidarın güç kaybetmiş olarak gireceğine kesin gözüyle bakılan bundan sonraki ilk seçimlerdir. Oysa “beklenen” bu seçimlerin yapılacağının hiçbir garantisi yoktur.  

Beşincisi: Bugünkü rejime karşı olduğu kesin; kentli, tahsilli, ilerici, demokrat, solcu, vb. kesim salgın döneminde bizce kötü bir sınav vermiştir. Bu kesim, haklı olarak toptan sokağa çıkma yasağını savunurken sanki buna eşlik etmesi gereken başka hiçbir duyarlılık yokmuş gibi davranmıştır. Örneğin, sokağa çıkma yasağını savunan her on kişi arasından bu yasağın en fazla etkileyeceği emekçi kesimlere verilecek desteği olmazsa olmaz sayan, en azından “bunun için bastıralım” diyen insan sayısı biri ikiyi geçmemiştir.  Normal zamanlarda herkesin söyleyebileceği “Her şeyin başı sağlık” ya da “Mala gelsin de cana gelmesin” gibi sözlerin böyle dönemlerde pekâlâ bir konformizme, hatta vurdumduymaz bir bencilliğe dönüşebileceği görülmüştür.

Altıncısı: Bugünkü rejime karşı olanlar arasında öyleleri vardır ki örneğin rejimin bir sözcüsü çıkıp bastıra bastıra “Ben özel dönem falan anlamam; siyasetime, kutuplaştırmalarıma, baskılarıma, krizi her anlamda fırsata çevirme çabalarıma devam edeceğim; buna karşılık sen siyaset yapmayacak, birlik beraberlik diyeceksin, anlaşıldı mı?” dese muhatabı “Olgunluk ve feraset bizde kalsın” deyip kabul edecektir…

Yedincisi: “Yönetemiyorlar” tespiti ne kadar doğru görünse de bir noktadan sonra anlamını yitirmekte, üstelik önemli bir gerçeğin perdelenmesine yol açmaktadır. “Yönetemiyorlar” tespiti, bugünkü Türkiye’nin normal yollardan bir şekilde “yönetilebileceği” varsayımına, bildiğimiz bir “normal” konseptine dayanır. Oysa Türkiye bu dönemi kapatmıştır ve bizim “yönetememe” dediğimiz durum bugün artık bir yönetme biçimi haline gelmiştir.

***

Çok mu karamsar oldu?

Muğlaklık, belirsizlik olmasın, daha kesin şeyler söyleyelim dedik, böyle oldu. 

Aşağı yukarı buradaki kesinliğe sahip ama “iyimser” şeyler söylenebilecekse, bekliyoruz.

Dikkat: İyimserlik için hiçbir emare, ipucu yok demiyoruz; bunların olduğunu, ancak henüz kesin ve köşeli ifadelerle ortaya konulabilecek olgunlukta olmadığını söylüyoruz…