Sosyalizmden kopya çekenler

“Olayı” kısaca hatırlatalım:

Cumhuriyet, Süleyman Soylu’nun gazeteyi hedef alan suçlamalarına karşı 21 Mayıs günü imzasız bir “Açıklama” yayınladı. Yazarının kim olduğu herkes tarafından bilinen bu açıklamada, Soylu’nun dediklerinin “çoğunun” kendileri tarafından değil gazetenin eski yönetimi zamanında gerçekleştiği söylenerek  apaçık “gammazlık” yapılıyordu. Üstelik, kafa yapısı bilinen ve son gelişmelerle epey yıpranan Soylu önünde…

Daha fazla uzatmayacağız.

Konumuz, buradan esinlense bile daha kapsamlı olduğundan Cumhuriyet gazetesi “olayını” geçiyoruz.

***

Cumhuriyet gazetesinde yaşanan olayın en üst etiketini sorarsanız “ulusalcılık” deriz.

Ulusalcılığın ha bire boğuşur göründüğü karşı tarafın en üst etiketinde ise “liberallik” yazar.

Türkiye’de son otuz yılın siyaset bağlantılı düşünsel yaşamına bu iki taraf arasındaki çekişmenin damgasını vurduğu bir gerçektir. İşin tuhaf, belki de hayıflanılacak yanı ise, tarihsel ve teorik açılardan her iki tarafın da dışında olması gereken sosyalizmin, sanki kendi ayrı yeri yokmuş gibi, zamana ve koşullara göre bu iki taraftan birine en azından daha “hoşgörülü” bakması, kendine görece “daha yakın” bulmasıdır.

Yukarıdaki cümlede bir düzeltme yapmak gerekiyor: Aslında, durumda “hayıflanılacak” yan olsa bile “tuhaflık” yoktur. Çünkü gerek ulusalcılık gerekse liberallik, özellikle son 30 yıldır sosyalizmin tarihsel birikiminden kaptıklarıyla, bunları istismar ederek geçinmektedir. Ülkede liberalliğe göre çok daha köklü bir tarihsel geçmişi olan ulusalcılık 1960’larla birlikte sosyalizmden kopya çekerek bugünlere gelmiştir. Türkiye söz konusu olduğunda liberallik ise sosyalizmin (ve sosyalistlerin) deformasyona uğramış hali sayılmalıdır.

Kısacası, Türkiye’de farzı mahal sosyalizm hiç olmasaydı ulusalcılık gene olurdu; ama kopya çekeceği kaynak olmadığından ana gövdesiyle faşizme yönelerek…

Buna karşılık, Türkiye’de sosyalizm olmasaydı liberallik neredeyse hiç olmazdı…

***

Sosyalizmin bu iki taraf karşısında kendi ayrı konumunu nasıl netleştirebileceğine ilişkin pek çok ölçütten, referans noktasından söz edilebilir.

Ancak, bize göre temel ölçüt ya da referans noktası, sınıflar, sınıf mücadeleleri ve nihayet devletle tanımlanan bir alan olmalıdır. Son 30 yıldır sürekli sosyalizmden kopya çekip idare eden iki tarafın gerçek konumu bu alana başvurularak ortaya konulabilir. Ulusalcılık da liberallik de sınıfsal ayrımlarını ve sınıf mücadelelerini es geçmekte ortaklaşır. İlki, bunu “ulusal çıkarlar” ve “anti-emperyalizm”, ikincisi de “demokrasi” adına yapar.

Devlet kurumuna yaklaşımda ise iki taraf arasında önemli farklılıklar vardır. İlki için devlet, başka her şeyin teferruat sayılacağı bir kutsallık taşır. Elbette bu kutsallık, “emperyalizmin ulus devletleri ortadan kaldırmaya yönelik küresel saldırısı” türü sol, giderek “anti-emperyalist” söylemlerle süslenir. İkincisinde ise devlet, anarşistlerden farklı olarak “her tür kötülüğün kaynağı” sayılmasa bile, varlığına katlanılırken demokrasi adına olabildiğince “küçülmesi” arzu edilen bir kurumdur.

Devlet konusundaki bu farklılığa rağmen iki tarafın son tahlilde ortaklaştığı vizyonu bir kez daha tekrar etmekte yarar var: Her iki tarafın ideologları için de ulaşılması gereken, bugünkü küresel rekabet ortamında, başkalarının üzerine basarak öne çıkan, bölgede, hatta dünyada güçlü bir oyuncu olarak kendini kabul ettiren bir devlettir.

***

Siyasetin doğasında vardır: Süreç içindeki özel uğraklarda sosyalizm bu iki taraftan birine görece yakın konumda yer alabilir, benzer hedeflerde buluşabilir, bir süre birlikte yol alabilir. Ancak bu tür durumlar, sosyalizmin her iki tarafla da olan kan uyuşmazlığını ortadan kaldırmaz. Sosyalizmin, kendi “ulus devletinin” yükselip bölgesinde lider olması gibi bir derdi olamaz; sosyalizm için sınıfsal çıkarlara baskın bir “ulusal çıkar” da…

Devam edersek, kötülüklerin bir anası varsa sosyalizm bu anayı devlette değil belirli bir sınıfın egemenliğinde bulur.  Demokrasi diyorsa, bunun formülünü “devletin küçülmesine” eşitlemez; bir talep olarak “iyi niyetli” saysa bile günümüz dünyasında ve kapitalizmde “temiz devlet” olamayacağını da bilir.   

Neyse, bu tür yazılarla kafa karışıklıklarının giderilemeyeceğini biz de biliyoruz; netleşmeyi, sosyalizmin bir hareket olarak güçlenmesi ve etki alanını genişletmesi getirecektir.

Belki o zaman sosyalizmden daha fazla kopya çekip bugünküne göre daha gerçekçi konumlara gelirler…