Solda 'şeflik' miti

Türkiye’de sosyalist alternatifin güçlenmesi isteniyorsa, bunu isteyenlerin hiçbir alanı boş bırakmaması gerekir. Elbette “en başta o gelir” diyemeyiz; ama boş bırakılmayacak alanlar arasında sol içi kavramsal netleşmeler de yer alır. Daha açık konuşursak, sosyalizmin yeminli düşmanları bir yana, sosyalistler arasında yerleşmiş, kalıplaşmış, dilden dile dolaşan öyle “tespitler” vardır ki bunlarla hesaplaşılması bir yerde zorunluluk olup çıkar.

Bunlar arasında en yaygın olanlardan biri, sosyalist hareketin çeşitli öbeklerinde bir “şeflik sistemi” olduğuna ilişkindir.

Bir mit haline gelmiş, getirilmiştir.

Kendi görüşümüz ise çok açık olarak şöyledir: 1920 yılından günümüze, Türkiye’de sosyalist hareketi (ve örgütlerini) olumsuz yönde etkileyen pek çok olgu arasında en az kayda değer, en önemsiz olanlarından biri, o varlığından pek kuşku duyulmayan “şeflik sistemi”dir…

***

Hareketin herhangi bir öbeğinde öne çıkmış, yaptıkları ve söyledikleriyle temayüz etmiş, yaygın olarak tanınan kişilerin bu özellikleri nedeniyle otomatikman “şef” sayılmaları kolaycı bir yaklaşımdır.

“Lider” sözcüğü yerine, olumsuz çağrışımları davet için kullanıldığı açık olan “şef” nitelemesine meraklı olanlar bir soruyu yanıtlamak durumundadır:

Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde, daha iyi, daha ileri ve daha gelişkin olanı salt kendi konumunu korumak için boğan, yok eden ve bütün bunları elinde ne varsa onu koruyarak becerebilen kaç “şef” çıkmıştır?

Hareketin tarihinde, liderliğin ötesinde o olumsuz anlamıyla “şefliğe” özenenler herhalde olmuştur; ama bu işin üstesinden kırıp dökmeden, kendini sorgulatmadan, itibarını yitirmeden, çevresindeki insanları soğutmadan gelebilen bir “şef” örneği gösterilebilir mi? 

Türkiye sosyalist hareketine pek çok olumsuzluğun musallat olduğu söylenebilir; ama “kişi kültü” bunların arasında yer almaz.

Sonuç olarak, Türkiye sosyalist hareketinde yerleşik, oturmuş bir “şeflik sistemi” dün olmamıştır, bugün de yoktur. Olsa olsa başkalarının “şeflik” diye tanımladıkları konuma özenenler olmuştur; ama bu özentilerin karşılık bulmamasıyla “şeflik” nitelemesi de anlamını yitirmiştir.

***

Daha bitmedi…

Türkiye sosyalist hareketinin bugün asıl rahatsız edici sorunu, “şefler” ve “şeflik sistemi” değil, elini taşın altına koymamak için bahane aradığı izlenimi veren bir sosyalist seyirci topluluğunun varlığıdır.  “Şeflik sistemi” de ne yazık ki o bahanelerden biri olup çıkmıştır. 

Sorularımız mazur görülmelidir:

60’lı yıllara dönersek, zamanında örneğin Mehmet Ali Aybar’a Behice Boran’a, Hikmet Kıvılcımlı’ya Mihri Belli’ye, Mahir Çayan’a, Deniz Gezmiş’e ve başkalarına “şef” denmemişken bugün hayatta olanlara öyle denmesi, birinci kategoride olanların hiç yapmayıp bugünkülerin hep yaptıkları nelere işaret etmektedir?

Onlar daha “iddiasız”, daha “mütevazı” kişilerken bugünküler mi ego patlaması yaşamaktadır?

Onlar sekterliğin her türünden uzak, herkesi kucaklayıcı özellikler taşırken bugünküler mi kimseyi beğenmemektedir?

Onlar hep birlikten yanayken bugünküler mi “küçük olsun benim olsun” demektedir?

Onlar örgüt içi demokrasiye, “aşağıdan yukarıya” işleyişe büyük önem verirken bugünküler mi tepedenci ve hotzotçudur?  

Uzatmayalım: Sorun, “çok şeflik ve şefçilik değil az kitleselliktir.”

***

Belirli bir yaştan sonra kenara çekilmeleri halinde insanlara “bu işleri bıraktı”, “soluğu tükendi”, “umudunu yitirdi” demeye hazır bir çevre, o insanlar böyle yapmadıklarında bu kez “şeflikten” söz edecekse, sorun “şeflerde” değil o çevrededir.

Zaten “şeflerden şeftali yapmayı” da beceremediniz; bırakın bu insanların yakasını…  

_____________________________________________________________________  

Not:  “Şef” sözcüğünün İngilizcedeki “chief” sözcüğünün yanı sıra Fransızcadaki karşılığı “chef”tir; ancak bu ikincisi büyük otel ve lokantalarda “aşçıbaşı” olarak ustalık kazanmış kişiler için kullanılmaktadır. Şeflerden kesin kurtulmak isteyenlerin yol yordam bulmalarına yardım amaçlı bir film önerimiz de olacak: 1978 yapımı “Avrupa’nın Büyük Şeflerini Kim Öldürüyor?” adlı film…