Seçim değerlendirmesi

31 Mart’ı da geride bıraktık.

Elbette her ayrıntıya değil, ancak görebildiğimiz birtakım temel olgulara ve eğilimlere ilişkin bir (ilk) değerlendirme yapabiliriz.

Genel olarak durum
Siyasette, görece yakın bir zaman diliminde yaşanan bir gerilemenin 4-5 yıl içinde tersine çevrilmesi, eğrinin yeniden yükseltilmesi mümkündür. Ancak, 17 yıldır işbaşında olan bir iktidarın yaşadığı gerilemenin, duraklamanın ya da patinajın telafisi ve eğilimin tersine çevrilmesi son derece güç, hatta imkânsızdır.  

Bunu, Reis’in böyle bir umudu olduğunu varsaydığımız için söylüyoruz. 17 yıllık iktidar, örneğin 2009 yerel seçimlerinde, ardından 7 Haziran 2015’te yaşadığı duraklamaların üstesinden gelmeyi becerebilmişti. 31 Mart’ta ortaya çıkan durum ise bizce bu örneklerdeki gibi “şok” duraklamalara değil daha genel bir iniş eğrisine işaret etmektedir.

Durumu daha özel kılan bir başka olgu ise, bu kez kaybedilen büyük illerin rejim açısından olumsuz yansımalarının, yüzde hesabına vurulan oy gerilemelerinden daha büyük bir çarpan etkisi taşıyabileceğidir.  

Parantez (sevinilsin mi sevinilmesin mi?)
Seçimler sonucunda ortaya çıkan tabloda sevinilecek bir yan olmadığını düşünüp ağırlığı bu yeni durumun beraberinde getirebileceği “oyunlara” verenler vardır. Neticede konu siyasete yaklaşım tarzıyla, hatta felsefesiyle ilgilidir ve farklılık da burada ortaya çıkmaktadır.

Genel bir değişime işaret eden olgulara, bu olguların hangi imkânları barındırdığına, bunlardan neler çıkarılabileceğine ilişkin bir perspektifle bakmak bir tarzdır. Aynı olgulara, değişime ve imkânlara işaret eden boyutuyla değil neleri eski yerinde aynen bıraktığı, hatta hangi yeni tehlikelere davetiye çıkardığı açısından bakmak ise başka bir siyaset tarzıdır.

Birinci siyaset tarzını benimseyenlerin sevinmesinde hiçbir sakınca yoktur.

Sevinirken yeni tuzakları gözden kaçırırlarsa zaten diğer tarafa bakıp öğrenirler ve ona göre davranırlar.  

Bundan sonra ne yaparlar?
Kastettiğimiz rejimdir.

Eğer rejime her olasılığı hesap edip her şeyin A, B, C, vb. planlarını önceden düşünen bir akıl izafe etmeyeceksek şu anda çok net bir yol haritası olmadığını söyleyebiliriz.

Yumuşama, uysallaşma, “fabrika ayarlarına dönme” gibi olasılıkları tamamen bir kenara bırakmak gerekir. Bizce rejim henüz tam netleşmeyen yol haritasını çizerken öncelikle MHP ile olan ilişkileri değerlendirecek, “Kürt coğrafyasından” yeni bir şeyler çıkarıp çıkaramayacağına bakacak, önemli yabancı ülkelerin durumu nasıl değerlendirdiklerini kollayacak ve sermaye sınıfı ile “yeni siyasal oluşumlar” arasındaki bağlantıları yoklayacaktır.   

Bu etmenlerden kimilerinde belki biraz daha mutedil ve ihtiyatlı davranacak, ama ağırlıklı olarak saldırı ilkesini benimseyecektir.

MHP ile ilgili “yeni durum”   
Yakınlardaki bir yazımızda (31 Mart sonrası ve kimi olasılıklar, 30 Mart 2019) biri MHP olmak üzere “fazlalık” olarak gördüğümüz iki siyasal partiden söz etmiştik. Koyduğumuz ihtiyat kaydı da şöyle idi: “31 Mart seçim sonuçları bu söylenenlerin tersine kimi olasılıklara da işaret edebilir; ancak daha uzun vadede bakıldığında gelişmelerin yönü buraya doğru olacaktır.”

MHP’yi 31 Mart seçimlerinin “gerçek kazananı” olarak gösteren pek çok çevre var. Bununla birlikte eski görüşümüzde ısrarlıyız: Rejim, diğer taraf hiç sorun çıkarmasa bile kimin kimi kemirdiğinin muhasebesini yaparak kendi ipinde başka bir cambazın daha oynamasına orta vadede izin vermeyecektir.
4,5 yıl seçimsiz Türkiye, “istikrar” vb. deniyor, ama mevcut “ittifakın” taraflarının şimdiden birbirlerine karşı ince hesaplara girdiklerinden emin olabiliriz.

HDP oyları
Konumuz, bu oyların “batıda” nereye gittiği değil bölgedeki durumu.

HDP’nin kayyuma giden belediyelerin önemli bir bölümünü geri alamaması, bölgedeki kimi önemli illeri ve ilçeleri yitirmesi, üzerinde durulması gereken konulardır. Ama biz burada iki nedenle bunu yapmayacağız. Birincisi, bölgede yaşamıyoruz, orada olup bitenleri “içerden” bilmiyoruz; sadece ortada salt baskılarla, hilelerle açıklanması mümkün olmayan bir durum olduğu sonucunu çıkarabiliyoruz ve burada duruyoruz. İkincisi, konu herhalde HDP kurmayları tarafından da değerlendiriliyordur ve “hariçten gazel okuyarak” ya da “akıl verme” şeklinde yorumlanabilecek şeyler söyleyerek insanların keyfini kaçırmanın âlemi yoktur.  

Sonuç
Rejim şimdi etrafı yoklamaktadır ve elinde henüz bir yol haritası olduğunu sanmıyoruz.

Vaat edilen ve vurgulanan, seçimsiz geçeceği söylenen 4,5 yıllık bir “istikrar” ve “oturma” dönemidir. Böyle denmektedir, ama Reis’in 31 Mart gecesi yaptığı İstanbul ve Ankara konuşmalarından her şeye rağmen kimi ipuçları çıkarmak mümkündür.

Örneğin, “beka sorununun güneydoğuda iyi anlaşılmış olduğunu” söylemiştir ki bizce üzerinde durulması gereken bir ipucudur.

Dış ilişkilere (“diplomasi”?) dikkat çekmiştir ki bizce bilindik “diplomasinin” ötesine geçen ve savaşı da ima eden yanı vardır.

Bunlar, artı MHP’yle ve sermaye sınıfıyla ilişkiler, artı gündeme gelebilecek “alternatif parti” oluşumu ve hepsinin üzerine, artı ekonomik kriz…

4,5 yıl böyle gidecek gibi hiç görünmemektedir…