“Riskli” öngörüler yazısı

Zamanında dünyaya bakarak “tarihin sonu”, “ideolojilerin sonu”, vb. diyenler bugün hala itibar görebiliyor, lafları dinlenebiliyor; buna karşılık bir zamanlar Türkiye’de AKP’ye olmadık misyonlar biçenlerin bugünkü hali ortada.

Türkiye’de yaşayan ve olaylara ilişkin fikir geliştirebilme yetisi olan insanların uluslararası gelişmeler konusundaki tespit ve öngörülerinin taşıdığı kesinlikle Türkiye’de yakın dönemde neler olabileceğine ilişkin göreli suskunlukları arasındaki açı normal sayılabilir mi?

Kimilerine normal gelebilir, ama bize pek gelmiyor.

Örneğin son Rusya-Ukrayna savaşında bu iki taraf dışında NATO’nun, Avrupa’nın ve özellikle ABD’nin daha uzun vadedeki gerçek amacının ne olduğu, Çin’in bu resimde nereye oturduğu, batı dünyasının asıl hedefi olarak Rusya’nın mı yoksa Çin’in mi görülmesi gerektiği gibi konularda hemen hemen herkesin bir fikri olduğu görüldü. Sadece “uluslararası ilişkiler” uzmanlarını kastetmiyoruz; dediğimiz gibi anlaşılan herkes bu konularda bir fikir, öngörü sahibi…

Gelgelelim, konu Türkiye’deki siyasal süreçlerin nereye doğru gittiğine gelince aynı durumu pek göremiyoruz. İnsanlar, dünya arenasında neler olduğuna ve olacağına ilişkin daha net ve özgüvenli konuşurken Türkiye’deki siyasetin yakın gelecekteki yörüngesi konusunda bu kadar açık ve kesin olamıyorlar.

Neden acaba?

Bir neden, Türkiye’deki siyasal süreçlerin dünyadakilere göre çok daha karmaşık, öngörülemez ve belirsizliklerle dolu sayılması olabilir. İkinci neden ise daha basittir. Şöyle düşünülüyor olabilir: Dünyaya ilişkin öngörülerimiz zaten pek fazla kişinin umurunda değil; bir de bu alanlarda yanlış çıkarsak üstümüze gelen fazla kişi olmaz; ama ya ülkenin yakın siyasal geleceğine, örneğin seçimlere ilişkin öngörülerde bulunup sonra çuvallarsak?

Ayıkla pirincin taşını…

***

Yukarıda işaret edilen iki nedenden hangisinin daha fazla geçerli sayılabileceği konusunda bir şey söyleyemiyoruz. Ancak gene de ikincisi söz konusu olduğunda bir nokta apaçık ortada: Zamanında dünyaya bakarak “tarihin sonu”, “ideolojilerin sonu”, vb. diyenler bugün hala itibar görebiliyor, lafları dinlenebiliyor; buna karşılık bir zamanlar Türkiye’de AKP’ye olmadık misyonlar biçenlerin bugünkü hali ortada.

Demek ki kendi ülken söz konusuysa öyle fazla uçmayacaksın…

Buna karşılık uluslararası ilişkiler söz konusu olduğunda, tuttuğu takımın hangi ilk 11’le, kimleri hangi mevkilere koyarak nasıl oynaması gerektiğine kafa yoran futbolsever seyirci gibi davranmak mümkündür.

Çünkü sırtta taşınması gereken herhangi bir yumurta küfesi yoktur…

Bizce asıl kritik nokta buradadır: Uluslararası siyasetin seyrine ilişkin söyleyecekleriniz bir özne olarak sizden özel bir angajman beklemez, size doğrudan bir görev yüklemez, sizi hemen bir şeyler yapmaya davet etmez; buna karşılık “Türkiye şuraya gidiyor”, “AKP’nin kısa dönemdeki hedefi şöyle” gibi tespitler yaptığınızda bir soruyla karşılaşmanız kaçınılmazdır:

“Bu durumda, sen somut olarak neyi öneriyorsun, ne yapılması gerektiğini düşünüyorsun ve bunun için bir özne olarak neler yapıyorsun?”

***

O halde sözü fazla uzatmadan ve ileride “yanlış çıkma” riskini de göze alarak kendi görebildiklerimizi söyleyelim:

Birincisi: AKP “yeni bir seçim zaferi” umudunu tamamen tüketmiş görünmektedir. Artık AKP için “ucu ucuna” bir seçim başarısı gündemin başındadır. Tasarı halindeki son seçim yasası da buna yöneliktir. Bu yasa, görebildiğimiz kadarıyla “koparmaya” değil “tırtıklamaya” göre tasarlanmıştır.  Yani AKP “ucu ucuna da olsa kabulümdür” demektedir.

İkincisi: Bizce AKP Meclis çoğunluğunu kazanma ile Cumhurbaşkanlığını kazanma yolları arasında kendince bir muhasebe yapmaktadır; ikincisinin imkanlarını birincisinden daha fazla gördüğü söylenebilir.

Üçüncüsü: AKP’nin, zamanı, nasıl olacağı ve diğer tarafça nasıl karşılanacağı gibi hususlardan bağımsız olarak bir şekilde yeni bir “Kürt müracaatı” yapması beklenmelidir.  Bu müracaatın Kürt siyaseti açısından olmazsa olmaz önemdeki milletvekilliklerinden çok Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük olması daha büyük ihtimaldir.

Dördüncüsü: Geçmişteki ANAP, DYP gibi örneklere bakıp iktidardan düşmüş bir AKP’nin buhar olup uçacağı düşünülmemelidir; partinin adı ne olursa olsun Türkiye’nin artık militan özellikler de taşıyan “nur topu gibi” bir siyasal İslam’ı vardır ve kalıcı özelliktedir.

Beşincisi: AKP’nin muhalefet konumunu hiç düşünmediğini, buna ilişkin hiç hesap yapmadığını varsaymak da pek doğru olmaz. İçlerini tam bilemeyiz; ama “beş ay bile zor dayanırlar” öngörüsüyle 2015 Haziran-Kasım kırılması gibi bir hesap yapacakları söylenebilir.

Altıncısı: Türkiye’de bir iktidar değişimi gerçekleşirse ülkede genel bir “normalleşme” yaşanması mümkün değildir. Yeni iktidar ne kadar yumuşak ya da “helalleşmeci” davranırsa davransın sert ve yerine göre karıştırıcı bir muhalefetle karşılaşacak, “kaotik” süreçler bu kez farklı bir iktidar altında devam edecektir.

***

Böylece, “yanlışlanma” riskini de göze alarak en azından bir şeyler söylemiş olduk.

Bunları yazmasıydık şu sıralar Rusya’ya odaklanmış görünen ABD’nin Mikronezya başta olmak üzere Okyanusya’ya ilişkin uzun vadeli planlarından söz edecektik.

O da başka bir yazıya kalsın…