Rejimin hesabı ve kitabı (II)

Gelen kimi yorumlar ve katkılar ışığında bu portaldeki son yazımızın (Rejimin hesabı ve kitabı) biraz daha açılması gereği ortaya çıktı.   

Söz konusu yazıda rejimin seçimlere kilitlendiği vurgulanıyordu. Bunu söylerken kastedilen elbette rejimin kafasında (daha çok gönlünde) belirli bir Türkiye vizyonunun hiç olmadığı değildi. Söylenen şuydu: Gönüllerde hangi vizyon olursa olsun, günümüz koşullarında bu vizyon dahil her şey seçimlere endeksli hale gelmiştir…

***

Bu noktada, seçim olgusunun Türkiye’deki yerine ilişkin birkaç söz söylemek gerekiyor.

Türkiye 75 yıldır seçimlere alışmış bir ülkedir. Biz ne dersek diyelim, halkın büyük çoğunluğu açısından “siyaset” ve “demokrasi” gibi kavramlar seçimle özdeşleşmiştir. Bugünün Türkiye’sinde 21 yaş üzeri herkes en az bir seçim ve oy kullanma deneyimi yaşamıştır.

Bu ülkede, yurttaş olduğunu en çok seçimlerde oy kullanırken idrak eden çok sayıda insan vardır.  

Kısacası, seçim ve oy kullanma artık TC yurttaşının bir bakıma DNA’sındadır.

Dolayısıyla, Türkiye’de herhangi bir iktidar için göze alınması en güç risk, meşruiyet iddialarını boşa düşürecek birinci tasarruf, “seçim falan yok” demektir. Böyle bir tasarrufun “savaş hali” dışında haklı gösterilmesinin yolu, imkanı yoktur.

“İç savaş” ayrı bir konudur.  

Durum böyleyken rejimin “oy getirmesi” mümkün görünmeyen çıkışlarının son dönemde birbirini izlemesi akla başka ihtimalleri getirmektedir. Daraldığı söylenen bir tabanın konsolidasyonu açısından anlamlı ve işlevli olabilecek birtakım çıkışların oy getirmeyeceği açıksa bunlar neden yapılmaktadır?

***

Birinci ihtimal, seçim yasasında ve siyasi partiler yasasında yapılacak değişikliklerle örneğin yüzde 40’lık bir ittifak oyunun bile mecliste çoğunluğu sağlamaya yeteceğinin düşünülmesidir. Daha önemli bir konu olarak “Cumhurbaşkanlığını” garantiye alacak yeni formüller de buna eklenebilir.

Akla ilk gelen ihtimal budur; bunun dışında, bugünkü ittifaka (cumhur) yönelecek yeni katılımlara ciddi biçimde bel bağlandığını sanmıyoruz. 

“Oy getirmeyeceği bilinse bile neden yapıyorlar” sorusuyla devam edersek, akla gelen bir başka ihtimal Türkiye’de yarınlar için bir tür “içtihat” yaratılmasıdır. Kastettiğimiz, yargı denetiminin dışındaki yürütme tasarruflarıyla ve dinsel referanslı iddianameler/yargı kararlarıyla yakın geleceğin Türkiye’sine içinde rahat hareket edilebilecek, yeniden güçlenme imkanlarından yararlanılabilecek bir miras devredilmesidir.

Farklı bir iktidarın “devri sabık yaratmama”, “iç barış ve huzur” için eski defterleri kapatma adına bu mirası reddedici bir tutum içine girmeyeceği kesindir.

***

Üçüncü ihtimal ise seçimlerin yaptırılmaması ya da yapılan seçimlerin sonuçlarının tanınmamasıdır.

İşte burası zurnanın zırt dediği yerdir.

Durumu netleştirmek için (uç) bir örnek vermek gerekirse, bu ülkede örneğin emeklilik yaşının yasayla 68’e çıkarılması ya da “emekliler üç ay maaş almayacak” denmesi ortalığı altüst etmez ama seçimlerin yaptırılmaması ya da seçim sonuçlarının tanınmaması kolay göze alınacak tasarruflar değildir.

Göze alınması, “ideolocya örgüsüyle” sıkı sıkıya dokunmuş, “halkın değil hakkın hakimiyeti” yolunda “başyücenin” emirleriyle harekete geçmeye hazır dindar ve kindar bir kesimi gerektirir.

Üstelik hem yerli hem de millidir.

O zaman, oy getirmesi pek düşünülemeyecek ama konsolidasyon sağlayacak tasarruflara bir de bu gözle bakılmasında yarar vardır.

Üçüncü ihtimal olarak sıralansa bile göz ardı edilmemelidir; bağlantılı olduğu “iç savaş” ihtimaliyle birlikte…  

Başka ihtimal?

Bari bir de “liberal restorasyon” diyelim, kimsenin hatırı kalmasın…