“Tezimiz” çok açıktır: Marksist öğretiyi oluşturan öğeler ele alınıp değerlendirilebilir, güncellenebilir ve geliştirilebilir. Ama bu öğreti, Marx ve Engels’in kendi dönemlerinde ortaya koydukları sistemden farklı biçimde ve aynı bütünlükte yeniden kurulamaz, kurgulanamaz.
Bunu zamanında en iyi görenlerden biri Sartre olmuştur: “Pek çok kez dile getirdiğim gibi ‘anti Marksist’ bir tez olsa olsa yalnızca Marksizm öncesi bir fikrin yeniden canlandırılması olabilir. Marksizm’in ‘ötesine geçilmesi’ denilen şey ise, en kötüsünden Marksizm öncesine dönüş, en iyisinden de ötesine geçildiğine inanılan felsefede zaten var olan bir düşüncenin yeniden keşfi olabilir.” (Diyalektik Aklın Eleştirisi, Giriş Bölümü).
Siyasal iktisadın eleştirisi, kapitalist üretim tarzının dinamikleri, sınıf mücadeleleri teorisi, devlet, siyaset, ideoloji, devrim ve geleceğin komünist toplumu… Bunlar, Marksist öğretiyi oluşturan öğelerden bazılarıdır. Başta dediğimiz gibi, her biri ele alınıp değerlendirilebilir, güncellenebilir ve geliştirilebilir. Ancak, Marx ve Engels’in bu öğeler arasında (bizce bilinçli olarak) bıraktıkları boşlukları kapatan, öğeleri birbirine yakınlaştırıp bitiştiren, bu anlamda daha “kompakt” bir Marksizm inşa edilemez.
Ünlü 11’inci tezin verdiği mesaj, Marksizm’in bir “eylem kılavuzu” olarak görülmesi, Marx’ın sadık bir izleyicisi olduğunu her fırsatta yineleyen Lenin’in Avrupa’nın kerli ferli Marksistlerini şaşırtan bir yolda yürümesi ve başka örnekler… Aslında hepsi Marksist öğretinin öğeleri arasındaki boşlukların ifadesi ya da sonuçlarıdır. Başka türlü söylersek, öğretinin kurucuları, bu boşlukları da kapatan daha “mükemmel” bir sistemi zorlamanın, eylemliliğe ve pratiğe alan kapatacağının farkındaydılar.
Marksizm o zaman gerçekten “indirgemeci” ve “mekanik determinist” olurdu…
***
Gelin Marksizm’i yeniden inşa edelim!
Ama bunun için önce şu “tarihsicilikten” kurtulalım: Çünkü yanıltıcı bir teleolojik üst anlatı getirmektedir. Sonra, üretim güçlerinin gelişmesi falan dersek ekonomizme kayarız ve indirgemeci oluruz. Burasını da atalım. Komünist ütopya ise zaten “insan bireyselliğinin çoğulluğunu önsel bir toplumsallaştırma modeline tabi kılan, normatif bir cemaat düşüdür.” O zaman o da gitsin.
Costanzo Preve’nin bu önerilerini aktaran André Tosel’dir (bakınız, Jacques Bidet ve Stathis Kouvelakis (Der.); Çağdaş Marksizm için Eleştirel Kılavuz, Çeviren: Şükrü Alpagut, Yordam Kitap, s.76). Önerilerin kabulü halinde Marksizm’den geriye ne kalacağı ayrı bir tartışma konusu olsa gerek. Ama ortaya çıkan şeyin, yenileme (neo) ve ötesine geçme (post) yoluyla gerçekte Marksizm öncesine (pre) dönüş anlamına geleceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Üçlüden “indirgemeciliğe” karşı çıkışın, az önce söylenenlerin tersine eylemlilik ve pratik için alan açacağı, bunların önündeki kimi setleri ortadan kaldıracağı ileri sürülebilir. Ancak o zaman da eylemliliğin ve pratiğin Marksizm’le bağlantıları zayıflayacak, hatta kopacaktır.
İşte, Marksist öğretinin öğeleri arasındaki boşluklar bu nedenle “yararlı” boşluklardır; eylemliliğe ve pratiğe, aynı zamanda öğretiye sadık kalınmasını sağlayacak alanlar açtığı için…
Öbür türlüsü, ya o kadar “kompakt” bir sistem kurulur ki içinde nefes bile alınamaz ya da kurucu öğelerin hepsinin terk edildiği sınırsız bir volontarizm alanında yapılanların Marksizm’le herhangi bir ilişkisi kalmaz.
Her ikisinde de Marksizm öncesine dönülmüş olur:
Neo + Post = Pre