Ne olacak bu sosyal demokrasinin hali?

Bu soru karşısında sosyal demokratlar da muhtemelen bize, sosyalistlere dönüp “Siz kendi halinize bakın” diyeceklerdir…

Desinler; amacımız işi bir tür inatlaşmaya dökmek değil kendini sosyal demokrat olarak tanımlayanların da üzerinde düşünmeleri gereken kimi olgulara dikkat çekmek.

İlk planda söylemek istediğimiz çok açık olarak şu: Sosyal demokrasiyi, tarihinin bir döneminde Marksist kökleri, bu köklerden kopulduktan sonra da özellikle Keynesçi politikalar ve “refah devleti modeli” sosyal demokrasi yapmıştır. Özellikle eklemek gerekirse, var olan (reel) sosyalizme atfedilen olumsuzluklar da sosyal demokrasiyi besleyen önemli bir kaynak olmuştur.

Sonra ne oldu?

Sonra, Marksist köklerden kopuldu…

Dünya kapitalizmi Keynesçi politikaları ve refah devleti modelini bir daha indirmemek üzere rafa kaldırdı…

“Reel sosyalizm” de otuz yıldır yok…

O zaman sosyal demokrasi kendini nasıl tanımlayacak?

***

“Marksist kökler” sözü kısa bir açıklama gerektiriyor. Zamanında CHP’nin “sosyal demokratlığı” tartışıldığında Bülent Ecevit sosyal demokrasinin Marksizm kökenli olduğunu, CHP’nin ise böyle bir kökeni olmadığından “demokratik sol” denmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Öyle ya da böyle…

“Sosyal demokrasi” ya da “demokratik sol”; günümüzde yanıtlanması gereken soru şudur: Tek adam rejimine karşı olma, kuvvetler ayrılığını ve hukukun üstünlüğünü savunma, yolsuzluklara, rant düzenine karşı çıkma, meclisin güçlendirilmesini isteme, vb. iyidir hoştur da eğer bunlarla “sosyal demokrat” olunuyorsa ülkedeki tüm AKP-rejim karşıtlarını ve liberallerin hepsini sosyal demokrat saymak gerekecektir…

Oysa meselenin özü başka yerdedir: “Elde ne varsa satıp savdılar” diyorsun da kendi iktidarında kamulaştırma/millileştirme hamleleri öngörüyor musun? “Tarımı ve sanayiyi öldürdüler” diyorsun da planlı bir sanayileşme ve tarıma destek politikaları gündeminde var mı? “İşçiyi yoksulluk ücretine mahkûm ettiler” diyorsun da çeşitli yasal düzenlemelerde yer alan işveren lehindeki hükümleri kaldırmaya hazır mısın?  

Ve daha birçoğu…

Böyle dediğimizde de şu sonuç kaçınılmaz olarak gündeme düşüyor: Neoliberalizm, kapitalizmi yeni bir evreye taşımanın ötesinde onun ayarlarıyla oynamış ve değiştirmiştir; deyimler uygunsa “reset” ya da “format attığı” da söylenebilir. Kapitalizmin bu yeni evresinin örneğin “ekonominin yönetilmesinde” sosyal demokrasiye duyduğu ihtiyaç, Beşiktaş futbol takımının, 16 yıldır kadrosunda yer alan Necip Uysal’a duyduğu ihtiyaç kadardır.

En açığı herhalde şu olacak: Günümüzde, sosyalistlerin sosyalizmi uygulamaları için gereken değişimin kapsamı ve derecesi ile sosyal demokratların sosyal demokrasiyi uygulamaları için gereken değişimin kapsamı ve derecesi arasındaki açı eskisine göre önemli ölçüde daralmıştır.

Günümüzde uluslararası planda küreselleşmenin, ülkeler bazında ise neoliberalizmin en başta ve en fazla sosyal demokrasiye ihtiyaç duyduğu görüşü, sosyal demokratlar tarafından benimsenmişse bir hüsnü kuruntu, sosyalistler tarafından benimsenmişse de “restorasyon” sabit fikrinin yansıması sayılmalıdır.  

***

Türkiye’deki sosyal demokrasinin “liderleri” burada dile getirilen konular hakkında ne düşünürler, daha doğrusu düşünürler mi, bilemiyoruz.  

Ancak, şunu söyleyebiliyoruz: “Sosyal demokrat” kimliğinde ısrar edenler ya bu çizginin belirli bir dönemine damgasını vuran “Marksist” izlere geri dönsünler ya da rehberlerinin örneğin Almanya’daki partinin 1959 yılında benimsediği Bad Godesberg Programı olduğunu, dolayısıyla sınıf mücadelesini reddettiklerini, kapitalizmi üzerinde reformlar yapılabilecek bir düzen olarak benimsediklerini, millîleştirme/kamulaştırma gibi hedefleri de gündemden çıkardıklarını açık açık söylesinler.

Kendileri de kurtulsun biz de…