Muhalefet paradoksu

Genel bir kural olduğunu söylenemese bile günümüz Türkiye’sinde siyaset tablosuna baktığımızda geçerlilik taşıdığı rahatlıkla söylenebilir: Geri olan iktidardaysa, üstelik bu iktidar uzun sürmüşse kendi muhalefetini de geriletmekte, yanına olmasa bile geriye çekmektedir…

Bugün Türkiye’de muhalefeti temsil eder durumdaki partilerin, iktidarın “yeni Türkiye” iddiası karşısında “eski Türkiye” vizyonuna kilitlenmiş olduğu söylenmektedir. Biz bu kanıda değiliz. Kuvvetler ayrılığından “güçlendirilmiş parlamenter sisteme”, laiklikten üniversite özerkliğine kadar hangi konu açılsa, önerilenler, AKP öncesi Türkiye’ye dönüşten çok AKP’nin yeni Türkiye’sini bir tür “yeni normalle” buluşturma vizyonunun ötesine geçmemektedir.

Eğer gerçekten bunu istiyor olsalardı AKP öncesi Türkiye’nin ne kadar “matah” sayılabileceğini ayrıca tartışırdık. Ama hiç gerek yok; çünkü muhalefet, AKP öncesi Türkiye’yi değil, orasından burasından “düzeltilmiş”, kimi sivri yanları “törpülenmiş” bir AKP Türkiye’si istemektedir ve buna razıdır. Muhtemelen, bunun “gerçekçi”, “ayakları yere basan” ve “sonuç alıcı” bir siyasal hat olduğu düşünülmektedir.

***

Söylediklerimiz, sözünü ettiğimiz partilerle sınırlı değildir.

Muhalif, ilerici, demokrat, aydın kesimlerde de benzer bir gerileme görülmektedir. Son örneklerinden biri Ayşe Buğra’nın savunulmasında ve sahiplenilmesinde başvurulan kimi söylemlerdir. Öyle ki yasalarla güvence altına alınmış demokratik haklara (protesto, itiraz, gösteri, vb.) atıfta bulunulduktan sonra Buğra, “bunları bile yapmamış bir akademisyen” olarak savunulmaktadır!

Muhalefet partilerine benzer biçimde, muhtemelen böyle bir savununun da “gerçekçi”, Buğra’nın konumu açısından “ikna edici” olacağı düşünülmektedir.

Niyet ne olursa olsun, “şunları şunları bile yapmamış olmanın” bir savunu söylemi olarak kullanılması, objektif olarak, “o işleri” yapanları iktidarın avlanma alanında şaibeli duruma sokma ve geriye gidiş anlamı taşır.

“Yeni normale” uyum sağlama yollarından biri sayılmalıdır.

***

Madem “gerçekçi” olunması isteniyor, biz de böyle olmaya çalışalım: Evet, bugün Türkiye’de öyle bir iktidar bloku vardır ki aslında eski Türkiye’yi bile istemeyen, yeni Türkiye’ye normalleşme girdileri yapmaktan ötesini amaçlamayan bir muhalefet bile bu iktidarı rahatsız edip zorlayabilmektedir…

Ne var ki böyle bir muhalefetin iktidara, onu zorlayan söylem ve çıkışların çok çok ötesine geçen manevra imkanları, serbesti alanları ve çıkış yolları sunacağı da bir gerçektir. Zorlandığında hem sert çıkma ve kutuplaştırma hem de ortaya atacağı yemlerle karşısındaki muhalefeti dağıtma/kendi yoluna çekme imkanlarına sahip bir iktidar daha ne ister ki?

***

Geldiğimiz bu noktada HDP için bir parantez açmak gerekiyor.

Demokrasi ve özgürlükler dendiğinde bu partinin diğer muhalefet partilerinin çok ötesinde değerleri sahiplendiği ve savunduğu açıktır. Ancak, bir parti olarak varlığının bile doğrudan tehdit altında olduğu da bir gerçektir. Durum böyleyse, HDP’nin de bir yandan kendi ilkelerini ve değerlerini savunurken diğer yandan bunlara en küçük yakınlığı bile olmayan bir iktidarın hışmına karşı kendini korumaya yönelik “esneklikler” arasında gelgitli bir siyaset izlemesi kaçınılmaz görünmektedir.

Muhalefet paradoksundan HDP’nin payına düşen budur.

***

Gelelim sosyalistlere…

İktidar ve muhalefet cephesindeki durumlara bakıldığında, sosyalizmin güç kazanması, gençler başta olmak üzere yeni insanlara ulaşması, sesini duyurması ve bir eşiği atlaması için koşulların elverişli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Burada kritik olan nokta, yeni Türkiye, eski Türkiye’ye dönüş ve yeni Türkiye’de “normalleşme” alternatiflerinin hepsinin ötesine geçen bir duruşun ya da hattın tutturulma imkanlarının apaçık ortada olduğunun görülmesidir.

Bugün, her zamankinden daha fazla…

Sosyalist örgütlerin, kendi adlarına yaptıkları ve yapacakları çalışmaların ötesinde böyle bir hattı birlikte yapılandırmaları, bu hattı ortaklaşa deklare edip savunmaları ülkedeki mevcut gerçekliğe karşılık olacak, denk düşecektir.

Ülkedeki mevcut gerçeklik ayrı, ama sosyalist örgütlerin kendi gerçekliklerine uygun düşüp düşmediğini ise ne yazık ki bilemiyoruz.

Bu da bizim paradoksumuz olsun...