Milliyetçilik, yurtseverlik ve sosyalizm

Son Suriye harekâtı dolayısıyla ülkede yaratılan hava, milliyetçilik ve yurtseverlik kavramlarının sosyalizm açısından bir kez daha ele alınmasını gerektiriyor. 

Arada kimi güncellemelere de başvurarak…

Avrupa’da 19. yüzyılda şekillenen bir ideoloji olarak milliyetçiliğin sosyalizmle bağdaşır bir yanı yoktur. Dün olmamıştır, bugün hiç yoktur. İkisinin birbiriyle bir şekilde “eklemlenmesi” de mümkün değildir. Arada çok ciddi bir kan uyuşmazlığı vardır. 

Konuya tarihsel açıdan bakıldığında iki olasılıktan söz etmek mümkün görünüyor.

Bunlardan birincisi, emperyalizmin boyunduruğundaki ülkelerde gelişen milliyetçi akımların bir noktadan sonra sosyalizme ulaşmasıdır. İkincisi ise ezilen ulus milliyetçiliğiyle ilgilidir. İlkinde bir dönüşüm, başkalaşma, ikincisinde ise önsel bir “haklılık” söz konusudur. 

İlkiyle devam edersek, dünyada ve Türkiye’de kendi evrimi sonucunda sosyalizme dönüşen herhangi bir milliyetçi akım göstermek mümkün değildir. Bunu, az sonra üzerinde duracağımız “yurtseverliği” ayırarak söylüyoruz.

Nedeni de basittir: Milliyetçilik kendini ülke içinde olsun dışarıda olsun başka ulusları, halkları, grupları, vb. “düşman” sayarak tanımlar. “Düşmanlar” tarihsel süreç içinde değişebilir; ama birileri mutlaka bulunur. Bu özelliğiyle milliyetçilik sosyalizme dönüşemeyeceği gibi, yan yana geldiğinde kendisi bozulmaz, sosyalizmi bozar. 

İkincisine gelince: 1900-1990 döneminin koşulları ayrı; ama günümüz kapitalist dünyasında ezilen ulus milliyetçiliğinin de sosyalizmle olan mesafesi açılmıştır. Bu tür milliyetçiliğin bugün de halkçı, ilerlemeci ve modernleşme yanlısı özellikleri olabilir. Ancak bu özellikler artık daha çok dünya sistemiyle avantajlı bir bütünleşme ve küresel pastadan (başkalarının aleyhine de olsa) daha büyük pay kapma çabalarıyla cisimleşmektedir. 

***

Yurtseverlik, hep söylediğimiz gibi, milliyetçilikten farklı olarak bir ideoloji değil bir motiftir. 

Bir motif olduğundan kendi ayrı varlığını sürdüremez; kendisinden daha gelişkin ve kapsamlı ideolojilere eklemlenir. Eklemlenilen ideoloji milliyetçilik de olabilir, muhafazakârlık da, liberalizm de, sosyalizm de… 

Ayrım bizce nettir: Milliyetçilik, bir millete ve devlete atıfta bulunur; yurtseverlik ise “yurt” denilen, halen var olan ya da olması istenilen bir coğrafyaya. Küba ile özdeşleşen “patria o muerte” (anavatan ya da ölüm) sloganında olduğu gibi… Sovyetler Birliği’nin Nazi istilasına karşı “anavatan savunması” için seferber olması gibi…

Esasen, tarihsel deneyimlere baktığımızda yurtseverliğin daha çok kurtuluş ve öz-savunmayla, milliyetçiliğin ise içeriye ya da dışarıya dönük saldırganlıkla özdeşleştiğini görüyoruz.

Ya “ulusalcılık”?        

“Ulusalcı” olup milliyetçilik yapmadıklarını söyleyenlerin “ulusalcılığın” milliyetçilikten neden ve nasıl ayrı tutulması gerektiğini doyurucu biçimde açıkladıklarına biz tanık olmadık. Genel olarak söyledikleri, küreselleşme karşısında ulus-devletin ve onun çıkarlarının gözetilmesi gerekliliğidir. Bu düşünce çerçevesinde ulus-devlet kimin devleti, bu devleti kimler yönetiyor, bu devlette subaşlarını kimler tutmuş gibi can alıcı sorular hiç gündeme gelmez.

Kısacası, onlara göre, milliyetçilerin, hatta faşizan unsurların elinde de olsa devlet ulus-devlettir ve korunması, savunulması gerekir. Böyle olunca, sen ne kadar “ben milliyetçi değil ulusalcıyım” desen de milliyetçilik gelip seni bulacaktır.

Ve bulmaktadır da...

***

Son sözlerimiz, yurtseverlik bağlamında bir güncellemeyle ilgili. 

Yurtseverliğin sosyalizme eklemlenmesi, Türkiye açısından bakıldığında 1920’lerin ilk yarısının ve 1961-71 döneminin gerçekliğidir ve bir benzerinin bu dönemde yaşanması çok güç görünmektedir. 

Dünyanın ve Türkiye’nin hâlihazırdaki durumu ve koşulları yurtseverliği milliyetçiliğe doğru ittirmektedir. Türkiye’de, milliyetçiliğin etrafından dolanarak, ona hiç bulaşmadan sosyalizmle buluşacak bir yurtsever dalga ufukta görünmemektedir. 

Bu, sosyalizmin artık yurtseverliğe boş vermesi gerektiği anlamına gelmemektedir. 

Şu anlamda okunmalıdır: Sosyalizmin, önünde hazır bulacağı “bozulmamış” yurtseverlik kalmamıştır.  

Yurtseverliği de kendisi üretmek zorundadır…