Bugün Türkiye solunun belirli durumlarını “mahalle” ve “mahallelilik” kavramlarıyla birlikte düşünmek mümkündür.
Biz solcular kuşkusuz fiziksel anlamda aynı mahallede oturmuyoruz. Aynı kentte yaşıyor olsak bile aramızda ciddi mesafeler olabiliyor. Ancak gene de olaylara bakış biçimimiz, düşünce tarzımız, tepkilerimiz vb. hepimizi aynı mahallede topluyor ve bizi oranın “mahallelisi” yapıyor.
Kemal Sunal filmlerindeki mahalleler, bir de o mahallelerdeki kahvehanelerin müdavimleri gibi…
Herkes birbirini tanır… Biri öbürünün hangi durumda ne deyip nasıl davranacağını kestirir… Mahalle sakinlerinden biri komşusuyla ipleri koparmıştır, hiç sevmez, “benim onunla ne işim olur ki” der, ama sabah akşam onunla uğraşır… Dönemlere göre değişmek üzere yerleşik ezberler vardır, bu ezberlerin dışına çıkanlara kötü gözle bakılır…
Mahalle diyoruz ya akla hemen “baskı” gelecektir.
Bizde “mahalle baskısı” var mı?
Hem de nasıl… Mahalleden birilerinin her gün bir başka mahalleye göz kırptığı, ayrı bir limana yanaştığı, yelkenlerini bilmem hangi rüzgârla şişirdiği ya da kalkmak üzere olan bir trende kendine yer aradığı iddia edilen bir çevrede daha ne olsun ki?
Dedikoducusu, bohçacı kadını, ağır abileri, derin analizcileri, lümpeni ve illa ki delisi vardır…
Mahallesinden hoşnut olanları, “bu işler böyle gider” diye düşünenleri, hatta durumdan özel zevk alanları, mahallede bir olay olsa da haber yapsam diye bekleyenleri unutmayalım.
Ne de olsa “mahallenin namusunun” kendilerinden sorulacağı kanaatindedirler…
Gelgelelim, dejeneredir, çürütücüdür ve istisnasız her açıdan verimsizdir.
En iyisi bu mahalleden taşınmaktır…
***
Bize bir hava değişimi lazım…
Öyle bir ortama taşınalım ki karşılaştığımız durumlarda ve sorularda ezberlerimiz ve şablonlarımız bize yetmesin. Öyle insanlar tanıyalım ki “ulusalcı” deyince dolmasın, “liberal” deyince almasın; kestirip atamadan “bak bu başka bir şey” diyelim ve izninizle biraz zorlanalım…
Dört adet üçlüyü bir araya getirip öyle yüklensek ve denesek olmaz mı?
Hangi dört üçlü?
Birincisi: “Kimler” denirse, “yeni” işçiler, kadınlar ve gençler…
İkincisi: Mekân sorulursa, işyeri, mahalle (eskisi değil) ve okul.
Üçüncüsü: Fiiliyatsa, dayanışma, yardımlaşma ve direniş.
Dördüncüsü: Odaklanılacak ana temalarsa, laiklik, özgürlük ve eşitlik…
Olması gerektiğini ve olabileceğini düşünüyoruz.
“Hele şu AKP belasından bir kurtulalım da…” denmesin; gerçek anlamda kurtulmanın tek güvencesidir.
Başta betimlenen mahalledeki çürümenin temel nedeni, siyasal olanın toplumsal ayağının yeterince güçlü ve besleyici olmamasıdır. Dört üçlüyle dış çevrelere yüklenilmesi, eksik olan bu toplumsal ayağı yerine koyabilecektir.
Teorik ve ideolojik olgunlaşma ve yetkinlik mi? Alttan ve dıştan yeni girdiler sağlanmadıkça “mahallemizde” bu alanlarda gidilebilecek yerlerin sınırlarına zaten varılmıştır.
***
Belki de hepsinin özetini sekiz yıl kadar önce yazılan bir yazıdan (Yeni Toplumsallık) hareketle vermek en iyisidir:
“O halde yapılması gereken, gerçekten toplumsal olanın yeniden inşasıdır. Bundan kastedilen, verili toplumsallığın içinde bir başka, yeni, belki de ‘gölge’ toplumsallık yaratmaktır. Aracı kuşkusuz siyaset ve örgütlenme olmak üzere böyle bir toplumsallık, dar anlamıyla siyasetin ötesinde dayanışma örnekleriyle, insan ilişkileriyle, ahlakıyla, bilimiyle, kültürüyle, sanatıyla, eğlencesiyle, sporuyla vb. bir başka varoluşun mümkün olabileceğini makro toplumsallığa göstermelidir.”
Olur mu?
Denemek bile, o malum mahallede sen, ben, bizim oğlan döne döne bina okumaktan daha iyidir.
Şu mahalleden hele bir kurtulalım…