'Kötülüğün sıradanlığı'

Önce yazının başlığının nereden geldiğini söyleyelim:

Soykırım faili Nazilerden Adolf Eichmann, gizlenmekte olduğu Arjantin’den İsrail istihbarat örgütü tarafından 1960 yılında kaçırılarak İsrail’e getirilmiş, burada yargılanarak ölüme mahkum edilmiş, cezası 1962 yılında infaz edilmiştir. Yargı sürecini ABD’deki bir gazetenin muhabiri olarak izleyen siyaset bilimci Hannah Arendt gözlem ve tespitlerini derleyerek 1963 yılında “Eichmann Kudüs’te: Kötülüğün Sıradanlığı” adlı kitabı yayınlamıştır (*).

Arendt’in temel argümanı, insan kasabı Eichmann’ın aslında son derece sıradan bir insan olduğudur. Yani karşımızda öyle psikopat, sosyopat, akli dengesi bozuk, vb. biri yoktur; sıra dışı korkunçluktaki fiillerin faili, basit, sıradan biridir. Kritik önem taşıyan bir başka soru da şudur: İnsanlar, akla sığmayacak kötülükleri öyle yapmak zorunda kaldıkları için mi yaparlar, yoksa kendi tercihleriyle, gönüllü olarak mı?

Arendt’e göre Eichmann’ın zamanında yaptıkları, bir mecburiyetin (emre itaat, başka bir alternatif olmayışı, vb.) değil bir tercihin sonucudur.

Özetle, sıradan insanların sıra dışı tercihleri sıra dışı suçlar yaratabilmektedir.

Kötülüğün sıradanlığı…

***

Geleceğimiz nokta şu:

Bugün Türkiye’de siyasetin bir kutbunda, giderek daha fazla cisimleşip görünür hale gelen bir “kötü” vardır. Kastettiğimiz, en baştan veri alınması gereken sınıfsal ve ideolojik angajmanların, siyasal hırs ve iddiaların ötesinde bir “kötü olma” durumudur. Dahası, bu kötüyü temsil edenler, büyük çoğunlukla zihinsel sorunu olmayan, pek çok açıdan sıradan insanlardır.

Türkiye’deki sağ siyasetin temsilcilerine tarihsel boyutuyla bakarsak eskilerin “normal”, bugünkülerin ise “anormal” olduklarını söyleyemeyiz.

Ama bizce arada gene de bir fark vardır: Sağın eski sıradan temsilcileri yaptıklarını ya “itaat” gereği ya da böyle bir mecburiyet hissettikleri için yapmışlardır. “Yükselme”, bir yerlere kazık çakma ya da maddi kazanç, başat bir motivasyon olarak o kadar öne çıkmaz. Yeni temsilciler ise yaptıklarını itaatin ve mecburiyetin dışında bilerek ve isteyerek yapmaktadır. Burada “kötülük” artık yapılanların daha en baştaki kaynağı ve tanımlayıcısı durumundadır.

Neden böyle olmuş, işler nasıl bu noktaya gelmiştir?

Bizce temel neden, derinliği ve birikimi olmayan, bu anlamda sıradan insanların, günümüz dünyasını kendilerine “yürü ya kulum” diyen, aynı anda çok sayıda dengeye oynayarak başkalarını tepeleme fırsatları sunan bir mekan olarak okumalarıdır. Buraya kadar “kötülük” bir ölçüde gerekse bile olmazsa olmaz değildir; ancak, oynanan dengelerin tutmaması ve daha önemlisi ülke içinde sıkışma, bir noktadan sonra ortaya bir kötülük kataloğu çıkarmakta, tercih bilerek ve isteyerek kötüden yana kullanılmaktadır.

Bundan sonrası artık hep kötülüktür; sıradan insanın kötülüğü…

***

Sıradan birinin, “vakti geldiğinde ‘götürüleceklerin’ listesini yaptığını” söylemesi; bir başkasının hasımlarını “lime lime edeceğini” ya da “bin parçaya böleceğini” ilan etmesi; kıytırık bir medya kanalının Boğaziçi öğrencilerinin Uludağ’da alem yaptıkları haberi geçmesi; bu öğrencilerin başları ezilecek yılanlar” olarak görülmesi, vb. vb.…

Hepsinin failleri sıradan insanlardır; ama temsil ettikleri kötülük sıra dışıdır.

Bunları söyleyerek meselenin sınıfsal temellerini es geçtiğimizi, işi bir “iyi-kötü” çatışmasına indirgediğimizi düşünenler çıkabilir. Öyle yaptığımızı sanmıyoruz; sadece, bir taraf kötüye bu kadar angaje olmuş, onunla özdeşleşmişken, kendimizi, tarihsel ve sınıfsal haklılığımızın yanı sıra bir de “iyinin” temsilcileri olarak kabul ettirme imkanlarına işaret etmeye çalışıyoruz.

___________________________________________________________________________

(*) Özgün adı “Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil” olan bu kitap Özge Çelik’in çevirisiyle Türkiye’de 2009 yılında yayınlanmıştır (Metis Yayınları).