Kemiği gerçekten olmayan dil

İdeoloji “teorisinde”, nesnel gerçeklikle bu gerçekliğe ilişkin olarak geliştirilen düşünce sistemleri arasında mutlaka bir bağ vardır.

Zamanında, “ideolojilerin sonu” dendiğinde herkesin bu tespite hemen katıldığı söylenemez. Ne var ki solda bu tür tespitlere mesafeli duranların bile ideolojilere son verdiği söylenen eğilimleri başka açılardan benimsedikleri de bir gerçektir. Kısacası, tespit bu anlamda etkili olmuştur ve etkiler hala sürmektedir.

İdeoloji “teorisinde”, nesnel gerçeklikle bu gerçekliğe ilişkin olarak geliştirilen düşünce sistemleri arasında mutlaka bir bağ vardır. Bağlantının nasıl, hangi dolayımlarla kurulduğu bir yana, bu teoride nesnel gerçekliğin düşüncelerden ve ideolojilerden bağımsız varlığı temel kabuldür.  

Peki, sonuçta nesnel gerçekliği bir şekilde (kırma, çarpıtma dahil) yansıtan ideolojilerin sonu gelmişse insanın düşünce dünyasındaki boşluğu ne dolduracak?

Hemen yanıtlayalım: Dil, söylem, işaretleme, temsil, inşa, yapı söküm ve küçük öznel anlatılar dolduracaktır…

Üstelik can alıcı önemde bir ekle birlikte: Yukarıda sıralananlar, ideolojilerden farklı olarak, artık nesnel gerçekliğin (çeşitli şekillerdeki) yansımaları da değildir; tersine, bunlar, “nesnel gerçeklik” denebilecek ne varsa hepsini “kuran”, “inşa eden” pratiklerdir.

***

Türkiye’de “Kürt sorununun” şiddet boyutuyla tırmandığı dönemlerde barış isteyenlerin sıkça kullandıkları terimlerden biri “barışın dili” idi.   Barış için, bu dil, barışın dili kullanılmalıydı. Bizzat yaşadığımız bir örnekte, Kürt sorunuyla ilgili olarak tırmanan şiddetin nedenlerine eğilmeye çalışanlara “indirgemeci” denmişti. İndirgemeci olmamak için de “barışın dilini” konuşmak gerekiyordu.

Dikkat edilmişse “barışçı dil” değil, “barışın dili”; yani barış denilen durumun (o an olmayan durum) bir dili var ve bu dil konuşulduğunda barışın kendisi (arzu edilen durum) de sağlanmış olacak…

Kuşkusuz, zamanında bu tabiri kullananların hepsi batıda geliştirilen bilmem hangi teorinin izleyicileri falan değillerdi. Ama öyle olanlardan etkileniyorlardı ve yeni bir icat olarak “barışın dili” kullanıldığında barışın da gerçekleşeceğine inanıyorlardı.

Kısacası, dil (“söylem” de olabilir) artık kurucu/yapıcı bir öğeydi…  

***

Yakın geçmişte, insanlar “dinci gericilik” ve “yobazlık” gibi terimleri kullanmaktan çekinir olmuşlardı.

Deniyordu ki bunlar, kendine düşman yaratmak zorunda olan belirli bir ideolojinin ve onun metodolojisinin (ki mutlaka “pozitivist” olması gerekir) işaretlemelerinden ibarettir; herhangi bir şey, söylem ve işaretleme dışında var olamayacağından bu kategoriler de gerçekte yoktur, “inşa edilmişlerdir.”

Zaten öznenin (öznelerin) kendi bilinci ve metinsellik dışında bir “gerçeklik” nasıl olabilirdi ki?

Bu tür şeyler söylendi ve meselenin özünün materyalizm-idealizm karşıtlığı olduğunu fark edemeyen kimi solcular da “mütedeyyin kesimlerden kopmamamız lazım” düşüncesiyle bunlara hayırhah baktılar.

***

“Karşıtlık” demişken…

Kılıçdaroğlu’nun danışman çevresinde kimler var, “teorik” sayılan konularda genel başkanlarına kim girdi sağlıyor, bilmiyoruz. Ama “sağ-sol ayrımı artık çok gerilerde kaldı” çıkışının ardında, seçimlere yönelik siyasal mülahazaların dışında çok daha “sofistike” bir neden mutlaka vardır: Eski ideolojilerin ve dünya görüşlerinin ortaya koyduğu ikiliklerin aşılması gereken bir çağda sağ-sol ikiliği de ne oluyordu?

Onun da emek/sermaye, sömüren/sömürülen gibi başka “ikiliklerle” aynı muameleyi görmesi gerekiyordu… 

***

Konuya ilişkin daha pek çok şey söylenebilir.

Ancak fazla uzatmadan neden böyle bir değiniye gerek duyduk, onu söyleyip bitirelim.

Birincisi: Önüne “post” eki koyarak ya da koymadan adına ne derseniz deyin bu yazıda eleştirilen yaklaşım “Marksizm savunusundan” önce idealizm-materyalizm karşıtlığıyla (ikiliğiyle?) ilgilidir ve karşımızda idealizmin “söylemsel belirlenme” merkezli güncel bir versiyonu vardır.

İkincisi: Leninizm yorumu adına iradeciliğe ve öznelliğe yapılan aşırı vurguların, özneleri, kendileri farkında olmadan idealist konumlara sürükleyebileceği unutulmamalıdır.

Üçüncüsü: Marksizm’i “zenginleştirme” ya da “sentezleme” iddiası taşıyan düşünce ve hareketlere ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Bu iddiadaki düşünce ve hareketlerin, özellikle daha “yeni” olanlarının kaynağında Marksizm’i hedef almak üzere “eleştiriden” reddiyeye kadar uzanan çeşitli derecelerde “hasımlık” vardır.     

Şimdilik, bir yerlere not edilsin, yeter…