İlle de bir musibet mi gerekiyor?

Sadece tanığı ve parçası olduğumuz  son 60 yıla yakın dönem için değil Türkiye solunun 100 yılı için rahatlıkla söyleyebiliriz:  Sol, dini “baş düşman” saymak bir yana tarihinin hiçbir döneminde insanların dinsel inançlarına, değerlerine, ibadetlerine ve kutsal mekanlarına karşı hakaretamiz ve aşağılayıcı söylemlerde bulunmamış, bu tür davranışlar içine girmemiştir.   

Önce 12 Eylül döneminin çaresizlikleri, ardından sosyalist ülkelerin birbiri ardına çöküşü ve son olarak 20 yıllık AKP iktidarının yarattığı ortam, bunlara eşlik eden postmodern eğilimler ve düşünce kırıntılarıyla birlikte solda belirli alanlarda bir gerilemeye yol açtı.

“Sol” dediğimizde, Marksistlerin ve sosyalistlerin yanı sıra genel olarak ilerici; değişimden, eşitlik, özgürlük ve adaletten yana daha geniş kesimleri de bu kategoride sayıyoruz.

“Gerileme” dediğimiz durum ise solun kimi eski doğrularından ödün vermeye hazır hale gelmesi, makbul bir şey sayıldığı düşüncesiyle hemen hemen hiç günahının olmadığı alanlarda bile “özeleştiriye” razı olması, hatta hiç yapmamış olduğu şeyleri bile yapmış olabileceğini düşünmeye başlamasıdır…

Birkaç örnekle anlatmaya çalışacağız.

TARİHE BAKIŞ 

İkna açısından bir faydası olmayacağını daha önce yazdığımızdan bu örnek üzerinde fazla durmayacağız. Sadece hatırlatalım: Sol düşünce, tarihsel olguları kendi döneminin koşullarına, ortamlarına, birikimine, değerlerine, vb. başvurarak öyle değerlendirme ve yargılama yaklaşımını pek çok noktada terk etmiştir. O kadar ki, örneğin 1930’ların dünyasında neden çoğulcu, demokratik, çok kimlikli, çok kültürlü, “sivil toplumlu” bir Türkiye yaratılmadı gibi bir soru karşısında pek çok solcu havlu atabilmektedir. Dediğimiz gibi, üzerinde durmanın faydası yoktur, burada bırakıyoruz.

Ama tarihe bakışta önemli bir gerileme sayılması gerektiğini ekleyerek…  

ASKER VESAYETİ EDEBİYATI 

Bu edebiyat, önce 12 Mart ardından 12 Eylül sillesini yemiş Türkiye soluna da hitap etmiştir. Ama bu arada pek çok doğru da gölgede kalmış, gütme gitmiştir. Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel çizgisinde en önemlileri sayılabilecek kırılmalar, ciheti askeriyenin “vesayet” bir yana sözünün bile geçmediği sivil tercihlerle yaşanmıştır. 1930’ların “devletçi” hamleleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında izlenen politikalar, 1946 sonrası batıya yanaşma, 1950’lerin başında Kore’ye asker gönderilmesi ve NATO’ya üye olunması, 1950’lerin Orta Doğu ülkelerine yönelik NATO’cu saldırgan politikaları, 1960’ların “ithal ikameci” kalkınma planları, Avrupa Birliği üyeliği girişimleri ve ünlü 24 Ocak (1980) kararları hiç tartışmasız biçimde sivil iktidarların eseridir.

“Asker vesayetine karşıyız” diye bunları es geçmek olmaz. Olursa da gerileme olur; çünkü süreçlerin sınıfsal karşıtlıklar ekseninden değil bir tür “devlet-sivil toplum” karşıtlığı ekseninden okunmasına götüren bir tuzak söz konusudur.

“KUTSALLARI” VE DİNSEL DEĞERLERİ AŞAĞILAMA

Aşırı absürt özelliğini bir yana bırakırsak bir bakıma “Kabataş olayındaki” gibidir. Bu olayda bile “Yaptılarsa halt etmişler” diyebilen solcuların çıktığını biliyoruz. Dinsel değerlerin aşağılanması suçlaması ise “kabul görme” açısından daha etkili görünmektedir.

Sadece tanığı ve parçası olduğumuz  son 60 yıla yakın dönem için değil Türkiye solunun 100 yılı için rahatlıkla söyleyebiliriz:  Sol, dini “baş düşman” saymak bir yana tarihinin hiçbir döneminde insanların dinsel inançlarına, değerlerine, ibadetlerine ve kutsal mekanlarına karşı hakaretamiz ve aşağılayıcı söylemlerde bulunmamış, bu tür davranışlar içine girmemiştir.   

İstisnai örnekler olabilir; ama en fazla devede kulak kadardır.

Gelgelelim, bu suçlama da etkili olmuş, solda, solun gerçekte hiç yapmamış olduğu şeyleri yapmış olabileceğini, hatta yaptığını  keşfedenler çıkmıştır. 

Bu da bir gerileme, geri basma sayılmalıdır.

***

“Gerileme” deyip duruyorsak, enseler kararmasın: Bugün sol bu gerileme noktalarını geride bırakıp sayılan alanların bir kısmında yeni ve ileri hamleler gerçekleştirebilecek durumdadır. Örneğin bugün “özgürlükçü laiklik” lafı eskisi kadar edilmiyorsa, soldan insanlar çıkıp hangi mahalle baskısı yüzünden namaz kılmayı bıraktığını artık anlatamıyorsa, bunlar  bir dönemki gerilemenin ilerlemesi sayılmalıdır.

Ama insan gene de sormadan edemiyor:

Bütün bunlar için ille de bir musibet mi gerekiyordu?