Hesaplaşma, yüzleşme derken geldik mi helalleşmeye…

Kimse kusura bakmasın: Türkiye’de “geçmişimizle hesaplaşma”, “tarihimizle yüzleşme” gibi önermeler etrafında gündeme gelen tartışmaları, bunlara pek meraklı görünenler kadar önemsemiyoruz; bunların hep söylenen yollardan gerçekleşebileceğine de ihtimal vermiyoruz. 

Aynısı, CHP liderinin son “helalleşme” çıkışı için de geçerlidir.

Helalleşme çıkışı, Kılıçdaroğlu’nun kendini Cumhurbaşkanı adaylığına hazırlaması bağlamında “anlamlı” bulunabilir. Bunun ötesinde önem atfedilmesi boş bir iştir. Daha açık söylersek, “helalleşme” dendi diye CHP ne kimi tabuları kırarak radikalleşecek ve “daha sola” gidecek,  ne de mütedeyyin ve “mağdur” kesimlerin gönlünü alma hesabıyla sağa demir atacaktır.

Bugüne kadar ne idiyse aşağı yukarı öyle kalacaktır.

***

“Helalleşme” olmasa bile “yüzleşme” dendiğinde “emsal” sayılabilecek iki örnek var. Başkaları da olabilir; bunlar bizim bilediklerimiz.

Onlara bir bakalım.

Almanya  Başbakanı sosyal demokrat Willy Brandt 7 Aralık 1970 tarihinde İkinci Dünya Savaşı’ndaki işgal sırasında Varşova gettosunda Naziler tarafından katledilenlerin anısına yapılan anıtın önünde diz çökerek bu kıyımın kefaretini ödemiş, yani Almanya adına bu olayla yüzleşmişti.

ABD’de Başkan F.D. Roosevelt  1942 yılında ABD’nin batısında (Pasifik kıyısı) yaşayan Japon kökenli ABD yurttaşlarının toplama kamplarına gönderilmesi için bir karar çıkardı. Bu kararla birlikte yaklaşık 120 bin kadar Japon-Amerikalı çeşitli toplama kamplarına sürüldü.  Geride bıraktıkları gayrı menkul ve ticari işletme gibi varlıklara da elbette başkaları “çöktü”.  43 yıl sonra, 1988 yılında zamanın ABD Başkanı Reagan özür diledi ve böylece ABD de tarihinin bu karanlık sayfasıyla “yüzleşmiş” oldu...

“Emsaller” şuna işaret ediyor: Geçmişle yüzleşilecekse  bunu yapacak olanlar ülkelerin liderleri ve siyasal iktidarlarıdır. Geçmişteki acıların müsebbibinin kendileri ve partileri olması da gerekmez.

Gelgelelim, siyasal liderlerin ve iktidarların dışında, toplumların bu tür olumsuzluklarla “yüzleşmesi” ayrı bir meseledir ve liderlerin yaptıklarının toplumsal yüzleşmenin garantisi sayılması da beklenemez. Alman ve Amerikan toplumlarının, sırasıyla Yahudi soykırımı ve Japon “yerinden etme” olayıyla ne kadar yüzleşmiş  olduklarını bilemeyiz. Günümüz gerçekleri, bu “toplumsal yüzleşmenin” pek de sağlanamamış olduğuna işaret etmektedir.

Bize gelince; bizde “tuhaf” olan, bir tür yüzleşme sayılabilecek helalleşme fikrinin bir muhalefet partisi liderinden gelmesi ve ayrıca (Kılıçdaroğlu’nun çıkışından bağımsız olarak) yüzleşme isteyenlerin bu yüzleşmeyi toplumdan beklemesidir.  

***

Başkaları ayrı da yüzleşmenin toplumun kendisinden beklenmesi,  özellikle liberal ve sol-liberal çevrelerde neredeyse sabit fikir haline gelmiş bir “pürifikasyon” beklentisine işaret etmektedir. Yani öyle ki, bu ülkede hedef ister gerçek demokrasi ister sosyalizm olsun, toplumun kendini “temizlemesi”, “arındırması” bir önkoşul olarak görülmektedir. Yani öyle ki, siyasal partiler ve siyasal iktidarlar dışında toplum da önce kendi tarihindeki olumsuzlukları görecek, bu olumsuzluklarla yüzleşip hesaplaşacak ve ancak kendini böyle “arındırdıktan” sonradır ki ileri hedefleri benimseyip bu yönde harekete geçmesi mümkün olabilecektir.  

Sınıf egemenliğinin böylesine pervasızlaştığı, sınıf karşıtlıklarının bu kez mutlak yoksullaşma eşliğinde daha da keskinleştiği, kutuplaşmaların bu kadar yoğunlaştığı bir ülkede toplumdan, üstelik uzak sayılabilecek bir geçmişle hesaplaşmanın ve tarihle yüzleşmenin getireceği bir “arınma” beklenmesi tam anlamıyla idealizmdir, hayalciliktir.

***

Peki, hiç mi olmasın, şu yüzleşme ve hesaplaşma işleri gündemden büsbütün düşsün mü?

Eğer söz konusu olan toplumsa, genel olarak bir yurttaşlar toplamıysa, böyle bir toplamı güncel sorunlardan, bugünün çelişkilerinden, karşıtlıklarından ve önerilen çözümlerden tamamen soyutlanmış, bunlarla ilişkisi kurulmamış bir tarih hesaplaşmasına yöneltmek mümkün değildir.  

O zaman?

O zaman şu: Güncel mücadelede sermayenin açgözlülüğüne, birikim süreçlerinin kimin elinde ne kalmışsa hepsine göz diken “mülksüzleştirici” doymazlığına; yobazlığın, milliyetçiliğin ve ırkçılığın hem bu süreçlerin hem de toplumu  pasifleştirmenin araçları olarak kullanılmasına dikkat çekebildiğiniz ölçüde insanlar örneğin 1942 Varlık Vergisi ve  6-7 Eylül 1955 gibi olayları yerli yerine oturtabilecektir.

Dersim mi?

Kürtlere yönelik asimilasyoncu ve inkarcı politikalar mı?

Ülkenin geçmişindeki başka olumsuzluklar mı?

Gerçekten kitlesel, halkın geniş ölçüde katıldığı bir toplumsal muhalefetin ve mücadelenin gelip dayandığı noktalarda ve güncel bağlamlarıyla birlikte hepsi gündeme gelecektir ve gerçek bir yüzleşme de ancak böyle gerçekleşebilecektir.

***

Bunun dışındaki yollardan ve denemelerden hiçbir şey çıkmaz.

Çıkarsa da Ecevit’in 1974 yılında “tarihsel bir yanılgıyı” aşma adına MSP ile kurduğu koalisyondan ne çıkmışsa o çıkar. Ya da Recep Tayyip Erdoğan’ın  2013 yılında Mardin’de söylediği “Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız” sözünden sonuçta ne çıkmışsa o çıkar…