Her liberal anti-komünist midir?

Kapitalizmin özellikle son dönemde yaşadığı çok yönlü krizle birlikte geleneksel liberal düşünce kuşkusuz sola, sosyalizme yöneliyor değildir; ancak, ekonomik kriz, artan eşitsizlikler, derinleşen ve yaygınlaşan yoksulluk, işsizlik, evsizlik, ayrımcılık, ırkçılık ve pek çok ülkede çıkışa geçen aşırı sağ, liberal kesimleri bir tercihe zorlamaktadır.

Meramımızı anlatmada kolaylık sağlayacağı düşüncesiyle Hollywood sinemasından eski bir yönetmeni örnek vererek başlayacağız.

Stanley Kramer (1913-2001) zamanında önemli sayılabilecek “mesajlı” filmlere imza atan bir sinemacı kimliğiyle öne çıkmıştı. Filmlerinde ele aldığı konular arasında büyük iş çevrelerinin dolapları, ırk ayrımcılığı, evrim teorisi, para hırsı, karanlık işler çeviren “derin devlet” odakları, Naziler, nükleer savaş tehdidi, kampus-öğrenci aktivizmi de yer alıyordu. Filmlerinden birinin (“Oklahoma Crude”) 1973 yılında Moskova Uluslararası Film Festivali’nde “en iyi yönetmen” ödülü aldığını da ekleyelim.

Kramer, ele aldığı konuların hepsine “ilerici”, “demokrat”, en azından “dürüst” bir yönetmen olarak yaklaşmıştı. Ancak bugün hangi kaynağa bakarsanız bakın kendisinden “liberal” tanımlamasıyla söz edildiğini görürüz.

Böyle olduğunu kabul edelim ve soralım: Kramer bu kimliğiyle aynı zamanda “anti-komünist” biri miydi?

Gerçekten liberal olan herhangi biri, aynı zamanda tanım gereği anti-komünist midir?

***

Zaman ve mekan boyutlarından bağımsız bir yaklaşımla iki tanım yapabiliriz.

Gerçek liberal, benimsediği dünya görüşü, başka dünya görüşlerine ve ideolojilere nasıl baktığından önce, kendi ilksel-özgün (jenerik) ilkeleri ve yaklaşımlarıyla şekillenen kişidir. Anti-komünizmde ise, kişinin dünya görüşü, ideolojisi, siyaset anlayışı ve pratiği, başka her şeyden önce komünizm karşıtlığından ve düşmanlığından türer.

Bizce önemli bir ayrımdır; ama bu haliyle statiktir ve biraz daha deşilmesi gerekir.

***

Ne liberallik ne de anti-komünistlik yukarıdaki tanımlarda durduğu yerde durur. Liberal düşünce, ulusal ve uluslararası sınıfı mücadelelerinin, sosyalizmin gücünün ve etkisinin ve elbette var olduğu ülkedeki genel ortamın etkilerine maruzdur.  Bu etkiler sonucunda liberallerin bir kısmı asıl durdukları yerden daha sola kayar, bir kısmı muhafazakar, giderek anti-komünist özellikler kazanır ve sayıca daha sınırlı liberal de baştaki yerini koruyarak orada kalır.

Geçmişte ve günümüzde dünyada olsun Türkiye’de olsun kendi kimliğiyle başat bir siyasal akım olamayan liberalizm bir “düşünce” olarak varlığını çeşitli eklemlenmelerle sürdürebilmektedir. Tarihsel açıdan bakıldığında liberal düşünce önce Ekim Devrimi, sosyalist sistemin ortaya çıkışı ve soğuk savaş ortamı gibi olgulardan etkilenmiş, ardından 1989-91 dönemeciyle birlikte bir canlanma, gençleşme ve zindeleşme dönemine girdiğini sanmıştır. Her iki tarihsel kesitte de liberal düşünce solla mesafesini biraz daha açmış, ağırlıklı olarak kendi sağına meyletmiştir.

Bugün, bu iki dönem de geride kalmıştır ve önemli olan günümüzdür.

***

Günümüze gelirsek: Kapitalizmin özellikle son dönemde yaşadığı çok yönlü krizle birlikte geleneksel liberal düşünce kuşkusuz sola, sosyalizme yöneliyor değildir; ancak, ekonomik kriz, artan eşitsizlikler, derinleşen ve yaygınlaşan yoksulluk, işsizlik, evsizlik, ayrımcılık, ırkçılık ve pek çok ülkede çıkışa geçen aşırı sağ, liberal kesimleri bir tercihe zorlamaktadır.

Daha açık konuşursak, serbest piyasanın vazgeçilmezliği ve “doğru yönlendirilen” küreselleşmenin insanlığa refah getireceği gibi nosyonlar artık liberal düşüncenin temel direkleri olmaktan çıkmıştır. Bugün liberal kesimin önemlice bir bölümü daha “demokrat” kimlikle, daha “kamucu” ya da “refah devletçi” arayışlar içindedir.

Dikkat edilsin: “Liberalizm artık böyle olmuştur” demiyoruz; liberalizmi temsil edegelen belirli kesimlerin eskisine göre farklı arayışlar içinde olduğunu söylüyoruz…

***

Bütün bunları, liberalizmden ve liberallerden artık daha fazla şey beklenebileceği düşüncesiyle yazmadık.

Her şeye rağmen neler beklenmemesi gerektiğine bir giriş olarak söyledik.

Baştaki Stanley Kramer örneğine dönersek ve Kramer’in bu kimliğiyle bugün hayatta olduğunu varsayarsak, şunları kabul etmeyeceği kesindir:

-1917-1991 Sovyet deneyiminin tarihsel rasyonalitesi;

-Bu deneyimin başka her şey bir yana kültür-sanat alanında insanlığa önemli katkılarda bulunduğu;

-Dünya Savaşı’nın Nazi Almanya’sının yenilgisiyle sonuçlanmasında SSCB’nin belirleyiciliği;

-Irkçılık, ayrımcılık, yabancı-göçmen düşmanlığı başta günümüzdeki her tür olumsuzluğun temel nedeni olarak kapitalist üretim tarzının varlığı;

-Bugünkü Rusya-Ukrayna savaşına giden yolda Rusya’nın kendini savunma anlamında haklı nedenleri olabileceği;

-Batının ya da “Atlantik ittifakının” ülkelerde demokrasi için bir dayanak, teminat sayılamayacağı.

Kafasını kessen bunları kabul etmez…

Şimdi, son soruya geliyoruz:

Bu tür bir düşünce doğrudan “anti-komünist” sıfatını hak eder mi etmez mi?