Hareketin bereket getirmesi için…

Hareket, canlılık, dinamizm, vb. bunlar kuşkusuz olumlu şeylerdir. Ne var ki, örgütlenip belirli bir kalıcılık kazanmayan hareketlerin ne kadar canlı görünürlerse görünsünler yarın bir gün sönümleneceği ve herhangi bir hareketin kuruculuk misyonunun ögeleri olamayacağı da bilinmelidir.

1 Ocak günü burada yayınlanan yazımızın başlığı “Yeni yıl için hiçbir şey öngöremiyoruz” idi.

Değişen bir şey yok…

Özetle, bugün Türkiye’de dağınıklık, istisnasız her konuda ölçü dışına çıkma, bir uçtan diğerine ani ve sık geliş gidişler, artık pragmatizmle de açıklanamayacak duruma gelen denemeler ve yoklamalar, özellikle rejim siyasetinin başat özellikleri olup çıkmıştır (*).

Bunun böyle sürüp gitmesi mümkün olmadığından kaçınılmaz olarak gündeme gelmesi gereken müdahale, kuruculuk olarak belirmektedir.

Düzen cephesinden bakılırsa kuruculuktan kastedilen, ülkede siyasetin akışının, asgari birtakım ön kabuller ve temeller üzerinde “normal”, “yasal”, “kurallı”, büyük sürprizlere kapalı ve az çok öngörülebilir duruma getirilmesidir.

***

Kuruculuğun, “yeniden” ön ekiyle bugünkü iktidar cephesinden gelmesi mümkün görünmemektedir.

Geçmişe bakıldığında, her şeyin şirazesinden çıktığı ortam olarak 12 Eylül 1980 öncesini hatırlamak mümkündür. Ne var ki o dönemde siyaset alanında görülen bu dağınıklığın dışında, kendi iç bütünlüğünü bir şekilde koruyabilen bir özne (devletin bir kanadı) dönemin dünya koşullarından da yararlanarak bir kuruculuk misyonuna soyunmuştu. Bugüne bakıldığında ise benzer bir öznenin yeniden kuruculuk misyonu üstlenmesinin koşulları yoktur.

“Öznenin” bizatihi kendisi rejimle birlikte taraf durumundadır.

Altılı ittifakın” bu anlamda bir kuruculuk misyonuyla yola çıktığını söyleyebiliriz.  Soldan yapılan ve hepsi haklı olan eleştirilere rağmen ortadaki gerçek, bu ittifakın “Ben düzeltirim, yeniden kurarım” iddiasını taşıdığıdır. Biz “yapamayacakları” kanısında değiliz; ancak durum açıktır: Bu ittifakın kuruculuk misyonu sol ve solda değildir; kendilerinin de öyle bir iddiası bulunmamaktadır.

Buraya kadar “düzene” baktık; ya sol?

Evet, solun önünde de kuşkusuz kendi cephesinden bir başka kuruculuk görevi ya da misyonu vardır.

***

Eğer dağınıklık, savrukluk, öngörülemezlik gibi tespitler doğruysa, solun kimi tikel alanlar (seçim yasası, “Kürt sorununa” ilişkin yeni girişimler, vb.) dışında mevcut rejime hedefleri net bir siyasal hat atfedip kendini buna göre konumlandırmasının bir anlamı olamaz.

Solun kendi misyonunun da kuruculuk olması gerektiğini teyit eden bir durum sayılmalıdır.  

Solun kuruculuk misyonu diyorsak, bunun elbette köklü yasal düzenlemeler, kurucu meclis, yeni bir anayasa gibi somut talepler içeren yanları olacaktır.   Ancak biz, solun kuruculuk misyonunu zaman olarak değil ama taşıdığı önem açısından bunların hepsini önceleyen başka bir yerde görüyoruz: Rejime ve bugünkü gidişata yönelik olarak toplumun farklı kesimlerinde ortaya çıkan ve giderek artacağa benzeyen tepkiler büyük ölçüde kendiliğindendir, başıboştur, herhangi bir omurgaya sahip değildir ve bütün bunlar sola özel bir görev yüklemektedir.

Elbette, kuruculuk gibi bir misyonu olduğunu kabul ediyorsa…

***

Hareket, canlılık, dinamizm, vb. bunlar kuşkusuz olumlu şeylerdir. Ne var ki, örgütlenip belirli bir kalıcılık kazanmayan hareketlerin ne kadar canlı görünürlerse görünsünler yarın bir gün sönümleneceği ve herhangi bir hareketin kuruculuk misyonunun ögeleri olamayacağı da bilinmelidir.

Sol, aradan yıllar geçtikten sonra herhalde hedefini “imparatorluk” olarak tanımlayıp “çokluğu” da bunun karşısına yerleştirmiyordur.  Gelgelelim, Hard ve Negri’nin (2000) en küçük bir etkisi olmasa bile “kendiliğindenliğin önünde eğilme” solun 120 yıldır aşina olması gereken bir yönelimdir.

Sonuç mu?

Solun kuruculuk misyonu açısından düşünüldüğünde başarı ölçütü, aynı anda kaç yerde birden olunduğundan çok (ki bu da olsun) hangi hareketliliklerin az çok örgütlü bir forma kavuşturulduğu olmalıdır.

___________________________________________________________________________

(*) Yazıyı uzatmamak için örneklemedik; ancak önce zam yapıp sonra geri alma, iktidar cephesinde görülen “Krizin varlığını kabul edip tedbir alıyoruz mu diyelim yoksa kriz yoktur deyip geçelim mi” tartışmaları ya da 7 bakan değişikliği (Hazine ve Maliye Bakanı üç kez olmak üzere) “normal” şeyler değildir.   Ancak, her şey bu kadar anormalse Tansu Çiller gibi birinin siyasete dönme niyetinin çok normal bulunması gerekir.