Hakikat sonrası toplumda sosyalizm

Dünya ölçeğinde yaşadığımız dönemin tuhaflıkları, özellikle siyasal tartışmalarda öne çıkan düzeysizlikleri, insana pes dedirten saçmalıkları ve olumsuz başka özellikleri söz konusu olduğunda yanıtlanması gereken kritik soru şudur: 

Bunlar bir dönemin geçici özellikleri midir? Bir süre sonra, ama sürecin kendi nesnel devinimiyle ama birtakım öznelerin değiştirici müdahaleleriyle bunlar hep geride kalacak, yerini bizim eskiden yaşadığımız ya da birtakım kaynaklardan okuyup öğrendiğimiz dünyaya mı bırakacaktır? 

Böyle olmayacağı, olamayacağı kanısındayız.

Bu söylediğimizin, sosyalizmin dünyada ve Türkiye’de bir alternatif olarak gündeme gelebileceği, önemli bir hitap alanı bulabileceği konusundaki kuşkularla ilgisi yoktur. Tersine, sosyalizm gündeme gelme, önemli bir kitlesel destek bulma şansı bugün de vardır. Ne var ki bu yeniden canlanış, başat özellikleriyle geçmişin geri gelmesi şeklinde gerçekleşmeyecektir. Sosyalizm, 21. yüzyıl dünyasında ve Türkiye’sinde kendini ‘başka şekillerde’ yeniden kurmak zorundadır.

Nedenlerini anlatmaya çalışalım.

***

Birincisi: Dünyanın, 19 ve 20. yüzyıl sosyalizmlerinin öncülü sayılabilecek Aydınlanmayı yeniden yaşama, yeni bir aydınlanma dönemine girme ihtimali yoktur. Bugünün sosyalizminin yapabileceği, en fazla, 18. yüzyıl aydınlanmasına yeri geldiğinde ve gerektiğinde seçici atıflarda bulunmaktır.

İkincisi: Postmodern “durumlar” bir gerçekliktir; bu durumlar kendi evrimiyle başka uçlar vermektedir: örneğin “hakikat sonrası toplum” gibi... Yarın o da devrini doldurabilir; ama yerini postmodern durumların yeni uçlarına bırakarak... Kısacası, postmodern durumlar öncesine dönüş mümkün değildir.

Üçüncüsü: Postmodern durumların başat özelliği hakikatin göreli hale getirilmesi ise hakikat sonrası toplum bu göreliliğin uç da olsa mantıki bir sonucudur. Yer yer hakikatin göreliliğinden büsbütün reddine doğru giden bir uç…

Durum buysa, sosyalizm ne yapacak?

“Madem durum böyle, ben de hepsini kabul edip yoluma öyle devam edeyim” mi diyecek?

O da kendini “hakikat sonrası sosyalizm” olarak yeniden mi kuracak?

***

Konumuz bu değil; ama ulaşmak istediğimiz nokta açısından çok bilinen bir örnekten hareket edelim.

Türkiye’de sosyalizmin 1960 öncesinde olsun, 1960-80 döneminde olsun Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet dönemi atılımlarını nereye koyacağı konusunda ciddi bir sorunu olmamıştır. Türkiye’de sosyalizmin ana gövdesinin bu konuda söyledikleri hem makul hem de ‘kitaba uygundur’.

Ama bugün bu yerleştirme ikili bir basınç altındadır: Ya bütün bunların düpedüz “faşizm” olduğunu söyleyeceksin ya da hepsini adeta doğaüstü bir önderin açtığı, kapitalizmi de sosyalizmi de aşan biricik bir yol olarak görüp buraya geri dönülmesini önereceksin…

Söylemek istediğimiz ise şudur: Bu konuda ne yazarsanız, ne söylerseniz söyleyin hiçbiri iki tarafın temsilcilerinin en azından bir kısmının somut siyasal süreçlerde aynı yönde davranmaları kadar etkili olmayacaktır. O halde, hakikat sonrası toplumun geride bırakılması anlamında değil, ama bu ortamda bile başka ve gerçekliğe daha uygun bir hakikatin inşa edilmesini sağlayan bir etmen, siyasal süreçlerin ve pratiğin geliştiği yön olacaktır.

Bu, birinci yol, birinci çıkar yoldur.

***

İkincisi ise, sosyalist öznelerin aynı ortam ve koşullarda yapabilecekleridir. 

Bunu da başka bir örnekle açıklamaya çalışalım.

Hakikat sonrası toplumun özelliklerinden biri yanlış bilgilerin ya da iddiaların sosyal medya kanallarıyla yayılmasıdır.  Bu bağlamda bir örnek “aşı karşıtlığı” şeklinde ortaya çıkmaktadır. Şimdi, aşıların yararı, nasıl etkili oldukları, hedef aldıkları hastalıklar karşısında korunmayı ne ölçüde sağladıkları konusunda otuz adet bilimsel makale yazabilirsiniz.

Ama günümüz toplumunda aşı karşıtı tanınmış bir figürün, karşı çıktığı aşının hedefi olan hastalıktan yatağa düşmesi bütün bu yazılardan daha etkili olacaktır.  

Bunun gibidir:

Sosyalizm propagandasını elbette sürdürelim; ama şunu da bilelim: Bugünden “sosyalizm modeli” sayılmasalar bile günümüz kapitalist toplumunun mantığını ve kurallarını sorgulayan, bunların dışına çıkan “yapılar” (yerel ölçekten başlamak üzere) oluşturulması çok daha etkili olacaktır.

Hakikat sonrası toplumda böyle bir gerçeklik yaratıldığında bu gerçekliğin hakikate taşınması da kolaylaşacaktır.

Kırsal kalkınma alanında çalışmış olanlar iyi bilirler: Köylüler dinleyerek ya da kendilerine verilenleri okuyarak değil görerek ikna olurlar…

Günümüzün çok yüksek kentleşme oranlarına rağmen kentlilerin de bir bakıma köylüleştikleri dikkate alınırsa yabana atılmaması gereken bir tespittir.