Güncel sorunlar ve sosyalist siyaset

Bugün için, anlatılan durumun sol tarafından gerektiği gibi değerlendirildiğini, solun bu olgulardan güç aldığını söylemek mümkün görünmüyor; tersine, “merkez” denilen yeri de oyarak asıl yükselenin sağ olduğu görülüyor…

Avrupa (Türkiye dahil) ve Kuzey Amerika dendiğinde güncel durum, doğrudan siyasetle uğraşmayan pek çok akademisyen ve uzman tarafından genel hatlarıyla şöyle değerlendiriliyor:  Daha önceki birkaç on yıl boyunca gerçekleşmiş ilerlemelerin tersine döndüğü bir dünya… Bu dünyayı niteleyen olgular olarak artan eşitsizlikler, aşırısı dahil yaygınlaşan yoksulluk ve iş kayıpları… Özel bir etken olarak pandeminin yanı sıra, durumu daha da ağırlaştıran iklim ve enerji krizleri, göç olgusu…

Bunlara, 1962 Küba Füze Krizinden bu yana ilk kez bu kadar yakından “hissedilen” nükleer savaş tehlikesi de eklenebilir.

Özellikle vurguluyoruz: Bunları söyleyenler artık solculardan, sosyalistlerden ibaret değil; Birleşmiş Milletler ve diğer bölgesel ölçekli devletler arası kuruluşların görevlendirdiği uzmanların ve raportörlerin değerlendirmeleri de genel olarak bu doğrultuda…

Türkiye’ye dönmeden, yukarıda söylenenlere bir ek yapacağız: Bugün için, anlatılan durumun sol tarafından gerektiği gibi değerlendirildiğini, solun bu olgulardan güç aldığını söylemek mümkün görünmüyor; tersine, “merkez” denilen yeri de oyarak asıl yükselenin sağ olduğu görülüyor…

***

Türkiye’ye gelirsek: Kendi “özgül” durumlarımız kuşkusuz var; ancak az önce genel hatlarıyla çizilen tablonun Türkiye için de geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Bizce Türkiye’de sol siyasetin içinde bulunduğu zorlayıcı durum ve koşullar da buradan kaynaklanıyor.

Gündeme yerleşmiş olan kimi başlıkları sıralayalım: Mevcut “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”, “Kürt sorunu”, sığınmacılar, laiklik, kadına yönelik olanlar başta şiddet olayları ve elbette yaklaşan seçimler…

Sol siyaset diyorsak, kimsenin kaçamayacağı temel soru ya da sorunsal şudur: Solun yükselişi, yukarıda sıralanan başlıklardan birine ya da birkaçına “yatırım” yapılmasına, özellikle bunlar üzerinden “yürünmesine” mi bağlıdır?

Yoksa mevcut düzenin içsel-yerleşik özelliklerinin, yani işsizliğin, eşitsizliklerin, yoksulluğun, pahalılığın, vb. temel referans çerçevesi olarak alınması ve diğer başlıkların bu çerçeveye “yedirilerek” yeniden tanımlanması mı gerekmektedir?  

***

“İndirgemecilik” gibi eleştirileri boş verip gerçek neyse ona bakalım: Bugünkü somut tezahürleriyle ülkedeki kapitalizme “temel” dersek,  bu temel olgu, kadının durumundan şiddete, sığınmacıların geleceğinden “Kürt sorununa” kadar diğer tüm olguların belirleyicisidir. “Belirleyicilik” terimini elbette var olan bir olgunun içinde devindiği ortam ve bu ortamın düşünülebilecek köklü çözümlere çizdiği sınırlar anlamında kullanıyoruz. Temel, bu anlamda belirleyicidir. Buna karşın, söz konusu olgular da temeli kuşkusuz etkiler; ama onu yeniden belirlemez, tanımlamaz. Daha açık bir deyişle, kapitalizm, Kürtler eziliyor, sığınmacılar düşman görülüyor, kadınlar çifte baskı ve sömürüye maruz kalıyor diye özünü yitirmez, “başka bir kapitalizm” ya da “kapitalizm olmayan kapitalizm” olmaz.

Köklü değişimi ve dönüşümü hedefleyen bir solun yola çıkması gereken nokta budur. Bu yolun devamı kuşkusuz “Ne varsa her şey sosyalizmle çözülür” sözünü her zaman ve her yerde tekrarlamak değildir, olmamalıdır. İşin aslına baktığımızda bu söz doğru da değildir. Şu anlamda değildir: Sosyalizm, bu tür sorunların çözümü için mutlaka gerekli olsa bile yeterli değildir. Sosyalizm, söz konusu sorunların çözümü için gerekli zemini ve ortamı yaratsa bile, nihai çözüm, bunun ötesinde yeni girişimleri, hamleleri ve belki de belirli alanlardaki “özel devrimleri” gerektirecektir.

***

Görebildiğimiz kadarıyla, insanlığın halen boğuşmakta olduğu sorunların hemen hepsi az önce ne anladığımızı söylediğimiz “temelle” çok daha doğrudan ilişkilendirilebilir, oraya bağlanabilir, orasıyla açıklanabilir hale gelmiştir. Sosyalist siyasetin, “Kürt sorunu”, sığınmacı meselesi, toplumsal cinsiyet, insan hakları, çevre-iklim krizi gibi konularda söyleyecekleri, hatta bunlardan kimilerinde çözüm önerileri olacaktır; gelgelelim gerek bu konuda söylenenlerde gerekse çözüm önerilerinde sanki kapitalizm ve onun sınırları diye bir şey yokmuş gibi davranmak “sol” renkler taşısa bile sosyalist siyaset olmayacaktır.  

“Sağın yükselişi” gibi bir olguyu ya da eğilimi Türkiye’de de görüyorsak, karşı siyasetin ne ve nasıl olabileceği sorusuna bir de bu açıdan bakmakta yarar vardır.