Güncel siyaseti anlamada anahtar bir sözcük olarak 'çete'

“Üsttekilerin” artık eskisi gibi yönetemedikleri açık.

Berat Albayrak’ın istifası da kişisel bir tasarruf olmanın çok ötesinde, “eskisi gibi yönetememede” bugün gelinen noktanın daha net kavranmasına yardımcı olacak bir gelişme sayılmalıdır.

Durumun iyi bir özeti için Bahadır Özgür’ün 11 Kasım’da Duvar’da yayınlanan yazısına başvurabiliriz. Özgür, AKP’nin, Türkiye’de en irilerinden küçüklerine kadar sermaye sınıfının tümünün desteğini alan bir parti olduğunu vurguladıktan sonra krizin yol açtığı durumu şöyle özetiyor:

“(…) ekonomik krizle beraber, AKP siyasi mimarisinde oluşturulmuş ‘ekonomik müesses nizam’ dağılıyor. Kurduğu sınıf ittifaklarının çıkarını uzlaştırmakta zorlandığından, dış kaynak kesilince içeride nasıl bir bölüşüm politikası uygulayacağına karar veremediğinden bocalıyor AKP; klik kavgasına esir düşüyor, ailenin korunaklı surlarında gedikler açılıyor.”

Tespit, isabetlidir. Bununla birlikte, konunun netleşmesi açısından biraz daha gerilere gideceğiz ve “anahtar” olduğunu düşündüğümüz kimi kavramlara başvuracağız: Anonim şirket, prensler-CEO’lar ve çeteler…

***

Devleti bir anonim şirket gibi yönetme yaklaşımı ilk kez AKP iktidarında açıkça ifade edilmiş olsa da kökleri Özal dönemine kadar uzanmaktadır. Özal’ın kendi anonim şirket anlayışı sonucunda ekonominin ve ilgili kurumların başında prensler görmeye başlamıştık. Örneğin daha sonra rüşvet almaktan hüküm giyen Engin Civan bu prenslerden biriydi. Dişe dokunur bir devlet bürokrasisi (özellikle maliye) geçmişi olmayan bu kişiler ANAP döneminde Kaya Erdem gibi temsilcilere sahip maliye bürokrasisini tamamen yerinden etmese bile ciddi bir ağırlık oluşturmaya başlamıştı.

AKP iktidarı ise, artık tam olarak anonim bir şirket gibi görülen devletin yönetimine bu kez “CEO” havasıyla üşüşenlerin dönemi oldu. Albayrak da bunlardan biriydi.

Ülke ekonomisinin dış kaynak girişine aşırı bağımlılığı ve eldeki kaynakları sermaye sınıfının farklı kesimlerini aynı anda tatmin edecek şekilde dağıtma zorunluluğu, deregülasyon, denetimsizlik ve “güçlü yürütme” fetişizmiyle birleştiğinde ekonominin kendisi dışında “yukarıdan yönetim”, yani iktidar siyaseti de daha kırılgan hale geldi.

Ve krizle, dış kaynak girişinin azalmasıyla birlikte bu kırılganlık daha da arttı.

Ya çeteler?

Şimdi oraya geliyoruz.

***

Böyle bir kapitalizmin ya da kapitalizmin bu halinin doğal sonuçlarından biri, anonimliğin yerini devlet katı ve sermaye sınıfı olmak üzere her iki tarafta da adlarıyla bilinen özel kişilerin ya da grupların almasıdır. Anonimlik karşısında bu kişilerin, ama prens/CEO ama aile, holding, vb. olarak "seçkin üstünlükleri” (pre-eminence) vardır. Prensler döneminde enflasyon, Güneş Taner’in “şahsi meselesi” idi; devlet-sermaye ilişkisi, Engin Civan-Selim Edes ilişkisinde “cisimleşiyordu”…

Bugün daha fazla böyledir.

Devletin sağlık ve eğitim politikaları bu alanlarda sermayedar durumundaki kişilerce belirlenmektedir. Ekonominin başında “bizzat şahsı” vardır. Merkez Bankası rezervlerinin ne durumda olduğu, herhangi bir kurumsallığın dışında belirli kişilerin aktardıklarıyla “bilinmektedir.” Çin’le ilişkilerde bir sermayedarın rolü neredeyse belirleyici önemdedir. Gene adı sanı belli aileler, gruplar, holdingler, vb. oraya gönderdikleri CEO’lar aracılığıyla devletle ve onun ekonomik politikalarıyla iç içedir…

Türkçede “çete” dendiğinde genellikle suç örgütleri anlaşılır.

İngilizcede ise ilgili sözcük (gang); herhangi bir suç iması olmaksızın “grup”, “klik”, “çevre”, “ekip”, “topluluk” gibi anlamlar da taşır; yeter ki “anonimlik” dışında bunlar adıyla sanıyla tanımlanabilsin. İşte, “çete” sözcüğü bu anlamda alındığında bugün Türkiye’de ekonomik yaşamın seyrinin, devlet/iktidar ile sermaye sınıfı arasındaki “anonim” ya da “soyut” ilişkilerin ötesinde her iki taraftaki çetelerin karşılıklı ilişkileriyle belirlendiğini söylemek mümkündür.

Bugün görünen, devlet-iktidar-siyaset düzlemindeki çete savaşlarının, sermaye kesimindeki çetelerin rekabetine (şimdilik) daha ağır bastığıdır.

***

Yazının uzaması pahasına sadece değinmekle yetineceğimiz üç nokta var.

Birincisi: Naci Ağbal ve Lütfü Elvan gibi isimlerin ekonominin yönetiminde önemli yerlere getirilmiş olmaları CEO’lar döneminden geleneksel maliye bürokrasisine dönüş isteğinin işareti sayılabilir mi? İster öyle sayılsın ister sayılmasın; bizce bu tür makyaj operasyonlarının bugünkü Türkiye kapitalizminin “çeteci” özelliğini ortadan kaldırması mümkün değildir.

İkincisi: Desteğinin ve oy tabanının eridiği söylenen rejim, iktidar bloku olarak yeni arayışlara yönelebilir mi? MHP’nin ve liderinin Albayrak olayı konusunda tek söz etmemesi neyi gösterir? Bu konuda bizce yabana atılamayacak bir olasılık, “devlet ciddiyetine dönüş” işareti olarak rejimin “çok ciddi/oturaklı” insanları barındıran bir parti kimliğiyle İyi Parti’ye yönelmesidir.

Üçüncüsü: “Yukarıdakiler öyle de ya aşağıdakiler?” diye sorulursa söyleyebileceğimiz şu: Geniş halk kesimleri söz konusu olduğunda belirli durumları yaşama ya da deneyimleme insanları harekete geçirmeye yetmemektedir; bir de ilişkilendirme olması gerekir. İnsanlar özellikle işsizliği ve yoksullaşmayı yaşıyor olsalar bile durumlarını yukarılardaki çete savaşlarıyla bir şekilde ilişkilendirmedikçe etkili bir güç olarak sahnedeki yerlerini alamayacaklardır.

Geçmişte “Anayasa kitapçığı fırlatma” olayı bu anlamda bir ilişkilendirmeye vesile olmuştu. Benzeri durumlar gene yaşanabilir; sonucun eskisinden farklı olması ise ülkedeki ilerici, demokrat ve sosyalist güçlerin performansına bağlıdır.