Gelişine vurmak

Bugün Türkiye’de siyasal süreçlerin nereye yöneleceği konusunda yapılan değerlendirmelere belirsizliklerin ve soru işaretlerinin damga vurduğunu herkes fark etmiştir. Durum, gelişmeleri şöyle ya da böyle izleyen sade vatandaştan yıllarını bu işlere vermiş, kulağı delik, istihbarat kaynakları geniş analizcilere kadar herkes için geçerlilik taşımaktadır.

Cumhur ittifakı sürer mi? Bu ittifakta ipler kimin elinde? Cumhur ittifakı millet ittifakını bölebilir mi? Erken seçime gidilir mi? HDP’yi kapatmaya gerçekten kararlılar mı?

Bu tür soruları daha da uzatmak mümkündür. Ama başta söylediğimiz durum değişmeyecektir. Sade vatandaştan derin analizciye kadar kimse kesin bir şey söyleyemeyecek, en fazla karşıt ağırlığı da olan birtakım ihtimallerden söz edilecektir.

***

Durumun açıklanmasında “indirgemeci” (!) yaklaşımın yararlı olabileceği kanısındayız.

Günümüzde, iki temel sınıftan biri, sermaye sınıfı, gerek yeni bir birikim modeline yönelme gerekse mevcut olanlara göre farklı bir siyasal oluşumdan yana ağırlık koyma açısından iddiasız ve vizyonsuz durumdadır. En azından, böyle konularda kenarda durmayı, fazla ses çıkarmamayı ve gündelik çıkarlarını kollamakla yetinmeyi tercih etmektedir.

Yeni bir birikim modeline yönelememe zorunluluk sonucudur, zaten yapamaz; ancak siyasal süreçlerde düşük profil vermek bir tercihtir. Yani sermaye sınıfı “Dur bakalım ne olacak” havasında kalmayı tercih etmektedir.

Diğer temel sınıfı olan işçi sınıfı ise bugün bir “hareket” oluşturmaktan uzaktır. Ekonomik-sendikal örgütlülüğü bile geçmiştekine göre çok zayıflamıştır. Bıçağın kemiğe dayandığı uğraklarda sergilenen direnişler de zaman ve mekan olarak dağınık kalmakta, ülke ölçeğinde bir bütünlüğe ulaşamamaktadır.

Bizce ülkede siyasete damgasını vuran belirsizliklerin, kimin yarın ne yapacağının bilinmez hale gelmesinin ve yaşanmakta olan kaotik süreçlerin gerisinde, iki temel sınıfın bugünkü durumu yatmaktadır. İki temel sınıf arasında her zaman var olan karşıtlık, doğrudan bu sınıflardan kaynaklanan programlar, perspektifler ve hedeflerle siyaset tablosunu en azından sadeleştirecek ölçüde su yüzüne çıkmayıp gündelik siyasetle kat kat örtülü kaldıkça bugünkü durum devam edecektir.

***

Böyle olunca, gerçek anlamı ve karşılığıyla siyaset denilen pratik de aslında “bitmiş” olmuyor mu?

Bir bakıma oluyor.

Daha doğrusu siyaset, ülkeye en azından orta vadede belirli bir şekil vermeyi hedefleyen, adımların belirli bir amaç doğrultusunda ve zaman içinde tutarlılıkla atılmasını sağlayan hesap-kitap meşgalesinden büyük ölçüde kopmuş durumdadır. Temel neden, az önce işaret ettiğimiz boşluk ya da eksikliktir. Bununla beraber, Türkiye söz konusu olduğunda az önce değindiğimiz boşluğun üzerine bindirilen ve siyasetin gerçekten yok edilmesi anlamına gelen bir başka durumdan daha söz etmemiz gerekiyor:

Milli güvenlik siyaseti…

Bir ülkede istisnasız her tür siyasal söylemin ve tutumun, nerede “birlik olunacağının”, kimlerin karşı alınacağının tek ve belirleyici ölçüsü “milli güvenlik” olmuşsa orada gerçek anlamda siyasetten söz etmek iyiden iyiye güçleşir. Bu söylenen, muhalefetteki siyasal aktörler kadar iktidardakiler için de geçerlidir.

***

Peki, durum böyleyse bugün yaşananları “siyaset” saymayıp da ne yapacağız?

Bizce “pseudo” (sahte, aldatıcı) ön ekini koyma koşuluyla gene de siyasetten, bu ülkede siyaset yapıldığından söz edebiliriz.

Ancak, “gelişine vurma” pratiğinin başat hale geldiği bir siyasettir bu…

İki temel sınıfın sadeleştirici etkisi, uzun vadeli planlar, vizyon, perspektif, vb. olmayınca siyasal aktörler gelişine vurmaktadır. Futboldaki gibidir: Bu siyasette sağdan soldan gelen, geriden havalandırılan ve rakip defanstan dönen toplara gelişine vurulmaktadır.

İktidar da öyle yapmaktadır muhalefet de…

Yeniden soralım: Cumhur ittifakı sürer mi? Bu ittifakta ipler kimin elinde? Cumhur ittifakı millet ittifakını bölebilir mi? Erken seçime gidilir mi? HDP’yi kapatmaya gerçekten kararlılar mı?

Yanıtımız: Gelişine vurulacaktır…