Eşitsiz gelişme ve arkaik olanın yükselişi

 

En yaygın bilinen ve kabul edilenle başlayalım: Eşitsiz gelişme, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır.

Ne var ki sadece bu kadarının bilinmesi bizi gözlemcilikten öteye götürmez. Eşitsiz gelişmeyi çeşitli alanlarda ampirik olarak tespit edip “bu işler böyle oluyor” deriz, o kadar. Oysa analiz yapılacaksa bu analizin bütünselliği ve derinliği, salt eşitsiz gelişen olgulara ilişkin gözlemlerle sağlanamaz. Olmazsa olmaz bir vurgu gerekir: Eşitsiz gelişme, aynı zamanda bileşik bir süreçtir...

Troçki 1930’da şöyle yazmış:

“Tarihsel sürecin en genel yasası olan eşitsizlik, kendini en keskin ve karmaşık biçimde geri kalmış ülkelerin geleceği söz konusu olduğunda ortaya koyar. Dışsal zorunluluğun dayatmasıyla bu ülkelerin geri kültürü ileri sıçramalar yapmak zorunda kalır. Böylece, evrensel özellikteki eşitsizlik yasasından, daha iyi bir ad olmadığından bileşik gelişme diyebileceğimiz başka bir yasa daha çıkar. Bundan kastettiğimiz, süreçteki farklı aşamaların bir araya gelmesi, arkaik olanın daha çağdaş biçimlerle karışmasıdır.” (L. Troçki, Rus Devriminin Tarihi, (tek ciltte); Haymarket Books 2008, s. 5) (*).

Kısaca özetleyelim: Eşitsiz gelişen olgular, içinde bulundukları bütünsellik dolayımıyla birbirlerini etkiler ve sonuçta ortaya eşitsiz gelişen olguların aritmetik toplamının ötesinde, farklı ve daha üst düzeyde bir bütünsellik (bileşik durum) çıkar.

Troçki, “süreçteki farklı aşamaların bir araya gelmesinden, arkaik olanın daha çağdaş biçimlerle karışmasından” söz ediyor. Soru şu: Arkaik, yani geri ve eskimiş olanın daha çağdaş biçimlerle karışması nasıl oluyor? Tamamen kendiliğinden mi yoksa öznel müdahalelerin bu “karışmada” belirli bir payı olduğu söylenebilir mi?

Farklı üretim tarzlarının aynı zaman kesitinde eklemlenmesi gibi konuları bir yana bırakarak, bu soruyu ideoloji ve siyaset alanına ve Türkiye’ye bakarak yanıtlamaya çalışacağız.

***

Kendi tespitimiz şöyle:   Özellikle günümüzde ve Türkiye’de siyasal rejim, aktif durumda olmayan, uykudaki (“dormant”) arkaik’i kendi eliyle ve yeni yorumlarla canlandırmanın ötesinde, daha önce olmayan, yeni arkaik’ler yaratmaktadır… “Nüans” gibi görünse bile önemlidir: Arkaik olan, pek çok durumda, sağlanan elverişli ortamda kendiliğinden canlanmaktan çok, öznel girişimlerle bir yerlerden bulunup getirilmektedir. 

Osman Kavala örneğinin bu bağlamda açıklayıcı olacağını sanıyoruz.

Selahattin Demirtaş’ın, diğer HDP’lilerin, Barış’lar başta olmak üzere gazetecilerin sudan nedenlerle içerde tutulması, bu ülkedeki düzenin geleneksel reflekslerine örnek oluşturur. Evet, haksızdır, hukuksuzdur, adaletsizdir, doğru; ama yapılan, öteden beri bu düzenin mayasında vardır, eski köye yeni adet değildir. Buna karşılık Osman Kavala olayı, doğrudan doğruya bir Dreyfus Vakası(1894-1906) sayılmalıdır. Kökeni suyun (Meriç) öte tarafına dayanan varlıklı ve solcu bir iş insanının casuslukla suçlanması, uykudaki bir arkaik’in uyandırılması değil, 120 yıl geriye giderek oradan “uygun” bir arkaik bulunmasıdır.

Kavala olayı için söylenenin aynısı olmasa bile benzerleri, son dönemde kadın haklarını, feminizmi, cinsel yönelimleri farklı olanları hedef alan rejim merkezli saldırılar için de söylenebilir.

Türkiye 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi’nin imzacısı, üstelik ilk taraf devleti olurken dert edilmeyen “aile gelenekleri” neden şimdi gündeme getirilmektedir? 2012 yılında “Eşcinsellerin hakları yasal güvence altına alınmalıdır; bu kişilerin maruz kaldıkları muamele insani değildir” denirken bugün neden din kitaplarından lanetleyici bölümler okunmaktadır?

Yazının başlarındaki soruya yanıtıyla birlikte tekrar dönelim: Bugün Türkiye’de ağırlık taşıyan, arkaik olanın elverişli bir ortamda kendine yol bulup öne çıkması ve yayılması değil, rejim tarafından özellikle öne çıkarılması ve yayılması için elverişli ortam yaratılmasıdır.

***

Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarımız hem ciddi bir tehlikeye hem de bir umut kapısına işaret etmektedir.

Ciddi tehlike, “bu işin” bugünkü rejimle böyle gideceğinin kesin olmasıdır; rejim, uykudaki arkaik’i yeni yorumlarla uyandırmayı ve yeni arkaik’ler yaratmayı sürdürecektir. “Umut kapısı” ise şudur: Geri, gerici ve arkaik olanın gündeme gelmesinde öznel faktörün, yani siyasal rejimin payının bu kadar belirleyici olması, aynı zamanda karşı siyasal mücadeleyle sonuç alma şansını da artıran bir faktördür.

Uyanık olunmalıdır ki rahip Niemöller’in sözünün biraz farklı bir versiyonu başımıza gelmesin: “Ne suyun öte tarafından bir iş adamı, ne feminist, ne LGBTİ, ne de Kürt idim, ama…”

_________________________________________________________________________

(*) Bu çeviri bize aittir. Başka bir çeviri için bakınız, Troçki, Rus Devriminin Tarihi, çeviren: Bülent Tanatar, Yazın Yayıncılık 1998, s. 16.