'Derin devlet' dendiğinde…

“Derin devlet”, solda hemen hemen her kesimin kullandığı bir kavram. Buradan hareketle Türkiye’de Anayasada öngörülen, bildiğimiz devlet kurumlarının ve mekanizmalarının dışında böyle bir yapılanmanın varlığının solda genel kabul gördüğü sonucunu çıkarabiliriz.

Kavramın kullanılmasına itiraz etmiyoruz; adına ne denirse densin böyle bir yapılanmadan söz edilmesini yanlış bulduğumuz da yok. Ancak, gene de bir “şerhimiz” olacak…

Kimileri açısından “derin devlet” Kurtlar Vadisi dizisindeki “aksakallılar meclisi” gibi bir yapılanmadır. Mensuplarını kimse bilmez, tanımaz. Üstelik bu kişiler ülkenin Başbakanının, Cumhurbaşkanının, Genel Kurmay ve MİT başkanlarının, üst düzey kurmay subayların, MGK ve YAŞ üyelerinin, istihbarat bölümlerinin üst düzey yöneticilerinin, vb. dışında, onları da yöneten ve yönlendiren, yeri geldiğinde ipini çeken kişilerdir…   

Bu düşünceyi fantezi sayıyoruz ve reddediyoruz.

Bizce derin “derin devlet” en çok suikast, sabotaj, iç-dış gizli operasyon, provokasyon gibi “kirli” işlerde, en az da ülkenin temel dış politika çizgisinin belirlenmesi, komşu ülkelerle ilişkiler, askeri ve sivil bürokrasinin üst kademelerine gelecek/getirilecek kişiler, “milli güvenlik siyaset belgesi”, “iç ve dış tehdit” sıralamaları gibi meselelerde vardır. İkinci kısma “en az” dememizin nedeni, birinci kısımda işin doğası gereği “gizli” kalması gereken derin devletin ikinci kısımdaki işlerde aynı gizliliği sürdüremeyecek olmasıdır.

Elbette “biz derin devletiz”, “şu dediğimizi derin devlet adına diyoruz” demeyeceklerdir; ama bilinen, tanınan, mevki sahibi kişiler örneğin “Sosyal gelişme iktisadi gelişmeyi aştı”, “Seçimle geldiler diye belediyeleri hainlere mi bırakacağız”, “Bahane gerekiyorsa attırırız Türkiye’ye birkaç füze” gibi şeyler söylediklerinde bileceğiz ki burada derin devlet konuşmaktadır. 

Yani, bu konuşanların da “arkasında” ya da “üstünde” başka bir derin devletin daha olmadığını söylüyoruz.  

***

Kavramdan hareketle günümüze ilişkin birtakım tespitler yapılabilir mi?

Görebildiğimiz kadarıyla son dönemde iki faktör “derin devlet” denilen ve o kadar da mistifiye edilmemesi gereken “yapılanmayı” daha fazla gündeme getirmektedir.

Birincisi: Türkiye’nin son dönemdeki dış politika hattı, askeri varlık ve görünürlük başat olmak üzere “vatan savunmasının dış coğrafyalardan başlayacağı” tezine oturtulmuştur. Bu hatta yapılacak işler, kullanılacak inisiyatifler, olası dost ve düşman değerlendirmeleri gibi konular, rutin kurumlar ve mevkilerin dışına taşabilecek uzmanlıkları gerektirmektedir. Örneğin “mavi vatan” çizgisi bu hattın son dönemde öne çıkan örnekleri arasındadır (Bu konuda daha ayrıntılı bir değerlendirme için bakınız, İlhan Uzgel, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/06/15/mavi-vatan-ve-turkiyenin-yeni-guvenlik-doktrini/)

İkincisi: Özellikle Recep Tayyip Erdoğan’da cisimleşen AKP iktidarı ve siyaseti, bir dönemin Demirel ve Ecevit örneklerinin tersine “Şu işler bize ait, diğer işlere de öbür taraf baksın” anlamında bir tür iktidar paylaşımı rızasından çok uzakta durmaktadır. “Devlet katında” olup bitenlere bakılırsa Erdoğan kimi odakları “kendi başına” bırakmaya hiç niyetli görünmemektedir. Bu odaklarla ya geçici bir süre için ittifak yapacak ya da aynı alanları en sonunda tamamen ve doğrudan kendi kontrolü altına alacaktır.

“Bütün bunlar sermaye sınıfının farklı kesimlerinin tercihleri açısından nereye oturuyor?” sorusunu ise bu bağlamda anlamlı bulmuyoruz. Bunun nedenini de Güray Öz’ün Cem Eroğul’un bir makalesinden hareketle yazdıklarında bulabiliriz: “Siyasi davranışları açıklamak için iktisadi gelişmelerin yanı sıra daha pek çok öğenin kullanılması” ve “Siyasette geleceği okumaya çabalarken liderlerin pek dikkate alınmayan psikolojilerinin ve iktisatçılarca abartılan ekonomik bakışın yerli yerinde kullanılmasının önemi” (Bakınız, Kâhin olmak gerekmiyor, https://www.birgun.net/haber/kahin-olmak-gerekmiyor-304519?fbclid=IwAR1nnpQJRjQuquBf85tHIreTzd1Vdulen3rLcmOfiElwtfQYeLZ7a58jERM)

***

“Devlet katındaki” bu süreçlere elinde tuzlukla koşanlar mutlaka olacaktır.

Konuya sol açısından bakıldığında ise siyasette ihtiyatla yaklaşılması ve pek itibar edilmemesi gereken bir deyişe burada başvurmakta sakınca yoktur: Yesinler birbirlerini…

Rejimin itibarının ve siyasi bir parti olarak AKP’nin inişte olduğu doğruysa, buralardan yeni bir hamle, yeni yandaşlar, yeni ittifaklar oluşturmaya çalışılacaktır ve bu oyuna gelmeden “al birini vur öbürüne” demek en iyisidir…