Daha nelerle ve kimlerle barışacağız?

Türkiye’de devletin ve ana akım siyasetin tarihimizle, geçmişimizle ve halkımızla “barışması” yolunda peş peşe adımlar atılıyor. Ayasofya’nın “yeniden” ibadete açılması bu barışma faslının adımlarından biri oldu. Kuran okuyan devlet başkanı, kılıçla hutbeye çıkan diyanet reisinin yanı sıra çevrede toplanan kalabalıktan kişilerin kıyafetlerinde görülen renklilik ve çeşitlilik de bu barışma şölenini daha bir tebarüz ettiren özellikler taşıyordu (“belirtik kılmak”, “ortaya koymak” yerine “tebarüz” sözcüğünü kullanmamız da dilde bir barışma teşebbüsü sayılabilir).

Türkiye buraya nerelerden geldi?  

Devlet ricaline bakılırsa çok yol alınmıştır.

Bir dönemin en yakın tanıklarından Falih Rıfkı Atay’a göre İsmet İnönü “Atatürk devrinin şeker ve kurban bayramlarında kutlama gösterilerinden kaçmak için” bulunduğu şehirleri bırakıp başka yerlere gidermiş (Batış Yılları, Pozitif Yayınları 2011, s. 143).

Düşünebiliyor musunuz? Dini bayramlarda insanlar kucaklaşır, kırgınlıklar unutulur, küsler barışırken kaçacak yer, sığınacak inziva arayan bir Başbakan! Kendisi zaten “Paşam, halka hitabınızda bir kez olsun Allah’ın adını anamaz mısınız?” diye ricada bulunan bir valinin bu ricasını kırmayıp bir konuşmasını “Allahaısmarladık” diye bitirmesiyle tanınır. 

İşte o bayram kaçkını liderin partisinin yükselen yıldızları bugün ellerinde seccadeyle dolaşıp namaz kılacak yer aramaktadır…

Ahmet Necdet Sezer de devletin soğuk ve mesafeli yüzünü aksettiren bir Cumhurbaşkanı olarak bilinirdi. 1999 depreminin ardından bölgeye gittiğinde de böyle davranmış, bu nedenle Türkiye ziyareti sırasında depremzede Erkan bebeği kucağına alıp burnuyla oynamasına izin veren ABD Başkanı Bill Clinton’la karşılaştırılmış, yerden yere vurulmuştu.

***

Sermayedarlarımız da bu toprakların kültürüyle barışmada önemli adımlar atmıştır.

Örneğin eskilerden, “eski Türkiye’nin” favori isimlerinden Vehbi Koç hiçbir zaman Sakıp Sabancı kadar “halkın dilinden” konuşmamıştı. Üstelik “itibardan tasarruf olmaz” ilkesine büsbütün yabancı, Amerika’da ödediği berber ve ütü parası “içine oturacak” kadar hasis ve maddiyatçı bir adamdı.

Ya “yeniler”?

Onlar bambaşka…

“FETÖ” iltisakı bir yana, “yenilerden” örneğin Hacı Boydak en maddi konularda bile Allah diyen bir patrondur. Türkiye’nin 2023 yılı ihracat hedefi sorulduğunda “İnşallah Cenab-ı Allah nasip eder, önemli bir kısmına biz de yardımcı oluruz” der… Konu yabancı ülkelerdeki şubelerinden açıldığında söze “Allah’a çok şükür, başta Avrupa ülkelerinde olmak üzere…” diye başlar... Özel uçakları da vardır: “Evet, Allah’a çok şükür, Cenab-ı Allah nasip etti uçak aldık…”    (Osman Saffet Arolat, Tecrübe Konuşuyor, Efil Yayınevi 2012, ss. 91-93).  

“Barışma” dediğin budur ve barışmalar silsilesinde henüz sona gelinmediği de kesindir.

Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nin tarafıyken ve 6284 sayılı yasa varken tarihimizle, geleneklerimizle, örf ve adetlerimizle nasıl barışık kalabiliriz ki?

Devamı gelecektir…

Ancak açık konuşmak gerekirse devamında neyin, nelerin gelebileceğini, daha doğrusu bunların sırasını tam kestiremiyoruz. Sadece, Medeni Kanunun kendi geçmişimizle barışma yolunda bir engel olarak görülmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu söyleyebiliyoruz…

***

Okur, buraya kadar “harcıâlem” şeyler söylediğimizi düşünebilir…

İyi de başka ne söyleseydik?

“Asıl büyük tehlike bütün bunların İslamofobiyi tetikleme ihtimalidir” gibi şeyler mi yazsaydık? 

Ayasofya olayı ve olaya eşlik eden görüntülerden hareketle “Uzun yıllar dışlanmış, bastırılmış ve ötekileştirilmiş kadim kültürel özelliklerin kendiliğinden oluşan ekstazi (esrime) ortamlarında aşırı sembolizm yüklenerek dışa vurulduğundan, bu dışavurum kodlarının uhulet ve suhuletle çözülmesi gerekliliğinden” mi söz etseydik?

***

“Geçmişle barışalım” derken bu barış dolayısıyla en azından kişiler bazında yeni küslüklerin ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Her biri Cumhuriyet öncesi dünyaya gelip Cumhuriyet’i gören insanlardan Şeyh Said’le, Said Nursi’yle ve İskilipli Atıf’la barışmayı düşünenlerin (ikisi bir arada olamayacağından) küsmeleri zorunlu olan kişiler vardır. Hepsi, gene Cumhuriyet öncesinde dünyaya gelip Cumhuriyet’i gören, onunla yetişen insanlardır: 

Şefik Hüsnü Değmer, Reşat Fuat Baraner, Hikmet Kıvılcımlı, İsmail Bilen, Zeki Baştımar, Nazım Hikmet, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran ve Mihri Belli…

Tercih, sizin, bizim, hepimizindir…