'Çıkış stratejisi' mümkün mü?

Türkiye’de siyasetin yakın geleceğine ilişkin kestirimlerde “AKP sonrası” diye bir başlık olduğu pek söylenemez. Kestirimler, büyük ölçüde bir “geçiş dönemine” odaklanıyor. Başka bir deyişle, AKP’nin “eridiği”, Erdoğan’ın ise giderek “tükendiği” kabul ediliyor ve senaryolar bir tür “devir işlemi” üzerinden kuruluyor.

Bu değerlendirmelerden biri geçenlerde Medyascope’da Ruşen Çakır tarafından dile getirildi. Çakır’ın siyaset kulislerinden edindiği bilgilere göre Erdoğan için bir “çıkış stratejisi” düşünülüyor. Burada “çıkış”, yeni bir hamleye değil “sahneden çekilmeye” işaret ediyor. Ayrıca, bu çıkış stratejisinde Abdullah Gül’ün oynayabileceği rol üzerinde duruluyor.

Yani Gül “çıkış stratejisinin” bir aktörü olarak ya geri çekilen Erdoğan’ın bıraktığı AKP’yi yeniden toparlayacak ya da Erdoğan’a ve yakın çevresine belirli güvenceler vererek (devri sabık yaratmamak) muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı olacak…

***

Siyaset kulislerinde bu tür senaryoların düşünülmesi normaldir; “yoktur”, “uydurmadır” diyemeyiz. 

Ancak biz Abdullah Gül’ün siyaset tarzı, AKP kadrolarının ya da muhalefetin Gül’e yaklaşımı gibi önemli parametreler bir yana, Erdoğan’ın siyasal kimliğinin ve siyaset anlayışının da bu tür bir “çıkış stratejisini” boşa düşürdüğü kanısındayız.

Erdoğan’ın daha uzun dönemdeki siyasal istikbali hakkında konuşmak güç olsa bile yakın dönem için bizce kesinlik taşıyan bir nokta vardır: Erdoğan, ama 2023’te ama daha erken yeni bir seçim denemeden, bu seçimi kendi lehine çevireceğini düşündüğü “kozları” oynamadan kendisi için düşünülen herhangi bir çıkış stratejisine ikna edilemez…

Bu yargı, sadece Erdoğan’ın hırslı ve iddialı siyasetçi kimliğinden, yani meselenin “sübjektif” yanından kaynaklanmıyor; muhtemelen kimi hesapları vardır ve bu hesapların büsbütün temelsiz olduğunu söylemek de güçtür.

Örneğin, “yarın seçim olsa” yoklamalarının hiçbirinde AKP’nin oyu yüzde 30’un, Başkanlık söz konusu olduğunda ise Erdoğan’ın oyu yüzde 40’ların altına düşmemektedir.  “Kararsızlar” denilen kesimin payının yüzde 20’lerde dolaşması ise başlı başına önemli bir parametre sayılmalıdır. “Öldü”, “bitti” “eridi” denilen bir siyasetin partisel oyu yüzde 30’un, başkanlık oyu yüzde 40’ın altına düşmüyor ve ortada bir de yüzde 20’lik bir “kararsız” kesim dolaşıyorsa ortada denenecek bir şans var demektir.  

***

Bu şansın nasıl, hangi kozlar kullanılarak deneneceğini bugünden kesin olarak söyleyemiyoruz. 7 Haziran-1 Kasım 2015 aralığına özgü “kan gölü” senaryosunun, riski ve geri tepme ihtimali yüksek olduğundan düşünüldüğünü pek sanmıyoruz. Seçimlerde “hile” ihtimali elbette vardır; ama karşı önlemlerinin alınması da mümkündür.  Bir de önümüzdeki aylarda gündeme gelecek seçim yasası değişiklikleri var ki içeriğini tam bilmediğimizden şimdilik bir kenara bırakıyoruz.

Bu tür yan faktörler dışında daha saf anlamda siyasal kozlardan ya da hamlelerden söz edilebilir mi?

Bugün için bakıldığında “yeni bir şans deneme” açısından belirleyici etmenlerin başında HDP’nin ve “Kürt oylarının” geldiği açıktır.

Ne var ki burada da Erdoğan ve AKP açısından ciddi bir açmaz söz konusudur. İstanbul Sözleşmesi ve laiklik gibi konularda “liberal-seküler” duyarlılıklar, tarikatların ve cemaatlerin “oy tabanları” için gözden çıkarılabilmiştir; ne var ki benzer bir muhasebenin “Kürt oyları” için milliyetçi müttefiki ve milliyetçi oy tabanını gözden çıkaracak şekilde yapılması mümkün görünmemektedir.

Bu durumda, seçim yasasında yapılacak değişiklikler saklı kalmak üzere bugün için görünen tek “şans yolu” HDP’ye ilişkin yargı sürecinin sonucu dahil olmak üzere “Kürt oylarının” bir şekilde boşa düşürülmesidir. 

Bunların dışında, yok Saadet Partisi’nin Cumhur İttifakı’na çekilmesi, yok İyi Parti’nin parçalanması, yok Muharrem İnce’nin CHP oylarını “bölmesi”, vb. gibi durumlar, halen var olduğu düşünülebilecek şansın gerçekleşmesi için yeterli görünmemektedir.

O zaman şöyle oluyor: Şans = Kararsızlar + (özellikle bölgedeki) Kürt oyları.

***

Son olarak bir soru: Peki, bu insanlar “daha sonrasını” hiç mi düşünmüyor?

Biz düşündüklerini sanıyoruz. Belki de “zorlama” bulunacak; ama 28 Şubat davasında verilen kararların Yargıtay tarafından onaylanması bir kırmızı çizgi mesajıdır. Denmektedir ki “Bizden sonra bazı şeyler yapabilirsiniz; ama 28 Şubat davasının sonuçları bizim kırmızı çizgimiz ve Türkiye açısından bir müktesebattır. Laikliktir, tarikatlardır, cemaatlerdir, eğitimin yeni şeklidir, imam hatiplerdir, kamuda türban serbestisidir, şudur budur diye tutturursanız külahları değişiriz, ona göre…”

Bildiğimiz muhalefet üzerinde etkili olacağı kesindir…