Cahit Kayra Z kuşağına eski Türkiye’yi anlatıyor

Öneri Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi; dedi ki o dönemleri yaşayanlar günümüzün genç kuşaklarına eski Türkiye’yi anlatsın…

Aslında bu işi biz de yapabilirdik. Ancak, bizim eski Türkiye deneyimimiz 1950 öncesine, CHP’nin ve onun malum zihniyetinin hüküm sürdüğü döneme kadar gitmiyor. İşin o kısmını yakınlarda 103 yaşında kaybettiğimiz, maliye bürokrasisinde önemli görevler üstlenmiş, bir ara bakanlık da yapmış Mülkiyeli Cahit Kayra anlatsa daha iyi olur diye düşündük.

1950 öncesinden seçtiğimiz örnekler mukayeselidir. Yani eski Türkiye’ye ilişkin seçme örneklerin hemen ardından, bu tür şeylerin yeni Türkiye’de neden olamayacağına ilişkin ekler yer almaktadır. Kaynağımız, Kayra’nın 2012 yılında İş Bankası yayınlarından çıkan “38 Kuşağı, Cumhuriyet’le Yetişenler” adlı kitabıdır.

Buyurun…

YASALAR ÖYLE DİYOR DİYE...

Kayra şöyle yazıyor: “Tek parti, tek şef döneminde politikacılar ve herkes yasalara uyuyorlardı. Çok partili, özgür ve demokratik rejimimiz yürürlüğe girdikten sonra iktidarların yaptıkları ilk iş yasaları delmek oldu.”   (a.g.e. s. 150).

Öyle oldu da fena mı oldu?

Turgut Özal’ın başlattığı yasa delme işi iyi ki başkaları tarafından sürdürüldü. Bakınız: Çağımız amansız bir küresel rekabete sahne oluyor ve bu rekabet ortaya çıkan yeni durumlara göre hızlı kararlar alınmasını gerektiriyor; yok yargıya başvurma, yok meseleyi Anayasa Mahkemesi’ne götürme… Bunlar elimizi kolumuzu bağlayan şeyler. Yargı denetimi yüzünden özelleştirmelerde gecikip milyonlarca dolar kaybettiğimiz hala hatırlardadır.

Sonra, beka sorununuz da var; yasalar, yargı organları öyle diyor diye tutup Selahattin Demirtaş’ı ya da Osman Kavala’yı serbest bırakmamızın bu ülkeye getireceği maliyeti hesap edebiliyor musunuz?

Kısacası, “bizi bağlamaz”, o kadar…

KIZIL BAYRAK MI, YOK ARTIK!

Eski Türkiye’de dinine imanına bağlı kişiler karşısında bağırıp çağırarak onları sindirmeye çalışan elit kişiler olurdu. Daha sonra Demokrat Parti döneminde çeşitli bakanlıklarda bulunmuş Nedim Ökmen, zamanında kendini dine imana verdiği gibi dinci Sebilül Reşat dergisi okuyor, çevresinde bu dergideki görüşlerin propagandasını yapıyormuş. İşte o elitlerden biri, gene Mülkiyeli Memduh Aytür, tepkisini bir toplantıda bağırarak dile getirmesin mi:

“Bu memlekette yeşil bayraklar dalgalanacaksa onların yerine kızıl bayraklar dalgalansın!” (a.g.e. s. 134)

Eski Türkiye’nin daha iyi anlaşılmasında yardımcı olmuştur sanırız. Düşünebiliyor musunuz: Devlet kademelerinde kızıl bayrağı yeşil bayrağa tercih eden bir bürokrat! İşte, yeni Türkiye’de bu tür sorunlar kökünden çözülmüştür; bugün renklerden kızılı yeşile tercih edecek herhangi bir bürokrat sıkıysa çıksın… 

SICAK PARA GELECEK YERDEN ADA ESİRGENİR Mİ?

1949-1950 yıllarında Türkiye’yi birkaç kez ziyaret eden, Türkiye gibi ülkelerin devletçilikten, sanayileşme gibi hedeflerden vazgeçmesini öğütleyen Standard Oil şirketinden Max Thornburg kendisi için verilen bir ziyafette “Bana Bahreyn emiri bir ada armağan etti. Ben de onların falanca işini yaptım” diyor. Meramı tam anlaşılmayınca da Van Gölü’ndeki Akdamar Adası gibi bir adası olsa oraya yerleşip Türkiye’ye büyük yardımlarda bulunacağını ekliyor (a.g.e. s. 172).

Eski Türkiye’de bu isteğin nasıl karşılandığını herhalde tahmin etmişsinizdir; kimisi umursamıyor, umursayanlar da adama ters ters bakıp homurdanıyor falan…

Yeni Türkiye’de olacak iş, kaçırılacak fırsat mı? Düşünün: Diyelim Katar’dan çok zengin ve nüfuzlu bir şeyh geliyor, Akdamar Adası’nı çok beğeniyor ve “Bana bu adayı verin sizi sıcak paraya gark edeyim” diyor…

Bu tür tekliflerin homurtuyla karşılanması, duymazlıktan gelinmesi ya da alayla karşılanması yeni Türkiye’de hiç yeri olmayan davranışlardır. 

EŞCİNSELLİK BİLE HOŞGÖRÜYLE KARŞILANIYORDU

Bilindiği gibi İstanbul’daki Mülkiye Mektebi 1936 yılında o zamanki öğrencileriyle birlikte Ankara’ya taşındı. Bu öğrencilerden biri olan Cahit Kayra Ankara’ya geldiğinde öğrenciler arasında eşcinsel ilişkiler olduğunu gözlüyor. Sonra öğrenciler çıkıp bu durumu okul müdürü Mehmet Emin Erişirgil’e şikayet ediyor ve söz konusu öğrencilerin okuldan çıkarılmasını talep ediyor.

Ne var ki kendisi de Mülkiye çıkışlı Erişirgil bu talebi kabul etmiyor. Böylece Kayra, Erişirgil’in “insan ilişkileri bakımından” kendilerine göre daha anlayışlı ve daha az tutucu olduğu kanaatine varıyor (a.g.e. s. 59).

Erişirgil’in eşcinsellik gibi bir konudaki bu gevşek tutumu eski Türkiye ile yeni Türkiye arasındaki farkın daha net anlaşılması açısından özel bir önem de taşıyor. Çünkü Erişirgil daha sonraları, Ocak 1949’dan Mayıs 1950’ye kadar Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı olarak görev yapıyor.

Dikkat, İçişleri Bakanlığı dedik…

Bugünkü İçişleri Bakanı’nın kim olduğu ve bu tür konulara nasıl yaklaştığı dikkate alındığında iki Türkiye arasındaki fark daha da netleşmiyor mu?

Bitirirken: Bu yazı, okuyanların yaklaşık üçte biri tarafından “tek parti ve CHP iktidarı dönemlerine övgü” şeklinde anlaşılacağı biline biline yazılmıştır.