Biz batılıyız… Nokta

“Batı” dendiğinde kuzey yarıkürenin gelişmiş kapitalist ülkelerini anlıyoruz ve arkasını hemen getiriyoruz: Emperyalisttir, dünyanın yoksul halklarına büyük acılar çektirmiş ve çektirmektedir, dini imanı büyük şirketlerin çıkarları ve kârlarıdır, insan hakları diye mangalda kül bırakmaz, ama gerçekten kutsadığı tek hak mülkiyet hakkıdır, ikiyüzlüdür, çifte standartlıdır vesaire…  

Hepsi doğrudur da, batı sadece bu mudur?

Yani, batı budur diye insanlığın büyük mirasını yok sayıp tarihin mantığını ve kurtuluş yollarını başka coğrafyalarda, oraların geçmişinde ve geleceğinde mi aramamız gerekecektir? 

Bir kıtayı “Karanlık Çağlardan” çıkaran Rönesans ve Aydınlanma dönemlerini, ardından ücretli emek sömürüsü, sömürgecilik, emperyalizm ve dünyayı kana bulayan büyük savaşlar geldi diye çöpe mi atacağız? 

Marx kendi yaşadığı dönemde başka bir faziletinden değil gericiliğin kalesi olarak gördüğü Çarlık Rusya’sı karşısındaki konumundan dolayı Türkiye’ye (Osmanlı) hayırhah bakmıştı; şimdi biz bu tür konjonktürel hesapların ötesine geçip Rusya, Çin, İran gibi ülkelerdeki düzene mi öyküneceğiz?        

Son dönemlerde batıya sıkça “vuruyor” diye Erdoğan’ın ardına mı dizileceğiz? 

***

Kendi tarihsel gelişimiyle batı dünyası dışındaki coğrafyalarda ve toplumlarda belki pek çok “boncuk” bulabiliriz; ama üç şeyi bulamayacağımız kesindir. 

Birincisi: İnsana odaklanarak felsefe-bilim-tarih sacayağına oturan, üstelik evrensel açıklayıcılığı olan gelişkin bir öğreti… 

İkincisi: Geçmişin yanı sıra yaşadığımız bugünkü dünyanın dinamiklerini ortaya koyan yöntem bilimi… 

Üçüncüsü: İnsanlığın daha iyi bir dünyaya nasıl ulaşabileceğine ilişkin, salt ütopya düzeyinde kalmayan bir perspektif ya da tasavvur…      
 
Batıya yönelik öfke, yukarıda sıralananları yok saymaya kadar giderse buna başka dillerde “bebeğin banyo suyuyla birlikte atılması”, bizde de “papaza kızıp oruç bozma” denir. 

Hiç yapılmamalıdır.

Örneğin Lenin yapmamıştır. 

Lenin’in kendi ülkesinde Slavofil değil “zapadniçestvo” (batılı) saflarında sayılması, bu coğrafyaya özel tutkusundan değil az önce değinilen mirası sahiplenmesindendir. 

Mesele, tutup uygarlık-tarih-kültür üçgenine oturan bir tercih yapma meselesi değildir. 

Ortada çok basit bir gerçek vardır:  Dünyanın hangi coğrafyası olursa olsun, orada meta ilişkileri, kapitalist üretim tarzı, sınıflar ve sınıf çelişkileri varsa, bunların ayırdına varmak ve derinliklerine inmek için batıda gelişmiş bir düşünce sistemine başvurmaktan başka yol yoktur. 

Çünkü eşitsizlikler, farklılıklar, uçurumlar hangi boyutlara varmış olursa olsun önümüzde analiz ve eylem nesnesi olarak düalite (ikilik) ya da ayrışmışlık değil tek bir bütün vardır.  

“Kurtuluş yolu” mu? O da önce batıda tasarlanmış, önerilmiş ve denenmiştir. 

Bir alternatif olarak “demokratik konfederalizm” mi?

Ne derseniz deyin,  o da Mezopotamya’dan değil çok daha batıdan, ABD’den çıkmıştır… 

İşte bunları kabul ettiğinizde günde beş vakit lanet okusanız da “batılı” olmuşsunuzdur. 

Biz de bu anlamda batılıyız… Nokta. 

***

Bunları söyleme gereğini neden duyuyoruz? 

Solda gözler liberalizm heyulasına çevrilmişken eski bir tezi ve perspektifi yeniden canlandırmak isteyenler var da ondan. Üstelik solculuk, anti-emperyalistlik adına… 

Neymiş? Burjuva devrim nasıl 19’uncu yüzyılda kalmışsa, sosyalist devrim de 20. yüzyılda kalmış, yani artık ömrünü tüketmiş… Bugün çağımıza damgasını vuran olgu,  emperyalizme karşı kapitalizmin de sosyalizmin de dışında yepyeni bir düzen arayışıymış… Türkiye de yüzünü doğuya dönerek bu kervana katılmalı, Avrasyacılık yapmalıymış, falan filan… 

Eski bir tezdir. 

Bu teze göre örneğin Fransız Devrimi, Türkiye gibi ülkelerin “yarı sömürge veya sömürge haline getirilmesinin” önünü açmıştır (Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro, Bilgi Yayınevi 1968, s. 172). “Milli kurtuluş cidalimiz” (kavgamız) batıdaki sokak kavgaları seviyesine indirilmemelidir (s. 173). Sonra, “sermayedar-proletarya tezadının filizlenmesi” en başından önlenmelidir (s. 54); vb. 

1930’ların “Kadro” tezleridir… 

“80 küsur yıl önce olmadı, artık hiç olmaz” demek dururken, geçmişte bir dönem denemeye değer sayılabilecek bu yemeğin yeniden sofraya çıkarılması düşünsel bir zaaf ürününden ibaret sayılamaz. 

Arkasında epey kirli siyasal hesaplar vardır.  

Bize gelince; biz batılıyız, bu kadar… Nokta.