Beyaz adamın çatallı diliyle Rusya-Ukrayna krizi

Rusya’nın emperyalist bir ülke olmaması, bu ülkenin yayılmacı niyetlerine, bu arada son olarak Ukrayna’ya yönelik askeri müdahalesine hayırhah bakmanın gerekçesi olamaz.

Rusya’nın Ukrayna ile yaşadığı gerilim ve ardından bu ülkeye saldırması, Türkiye solunun pek çok kesiminde  üzerine gidilmesi gereken çeşitli değerlendirmelere yol açtı. Kimi zaman duygusal kimi zaman aşırı tepkisel yönleri öne çıkan bu değerlendirmelerin temelleri hakkında pek çok şey söylenebilir (bilgisizlik, kafa karışıklığı, nostaljik duygular, sadece jeopolitik merkezli düşünme, batı demokrasilerinin hala kutsanması, vb.).

Bu yazıda, konuya ilişkin üç başlığı ele alıp tartışmalı kimi konulara bunlardan hareketle açıklık getirmeye çalışacağız.

RUSYA EMPERYALİST BİR ÜLKE Mİ?

Türkiye solu, görüp  tanık olduğu baskıcı, despot, ayrımcı, vb. ne varsa hepsine kestirmeden “faşizm” dediği gibi, belirli bir gücün emperyal niyetler taşıyan, yayılmacı yönelimlerine hemen “emperyalizm” etiketi yapıştırmaya da o kadar eğilimlidir.

Günümüz Rusya’sı söz konusu olduğunda da bu eğilim görülmektedir.

Oysa, emperyalizm gibi bir kavramın, en azından sosyalistler açısından, gelişigüzel kullanılmaması gerekir. Lenin’in 1916 yılında geliştirdiği emperyalizm analizinde yer alan tanımlayıcı özelliklerin, kimi güncellemelerle birlikte günümüzde de geçerlilik taşıdığını reddetmek için ciddi herhangi bir neden yoktur.

Örneğin, yakın denebilecek dönemde yapılan bir analiz, günümüz Rusya’sını çokuluslu şirketlerin küresel ağırlığı, emek üretkenliği, imalat sanayii toplam çıktısı, sermaye ihracının mal ihracına göre ağırlığı, yüksek teknoloji ürünleri ihracı, uluslararası bankacılık ve finans sermayesindeki ağırlık gibi kriterlere göre değerlendirmekte ve  Rusya’yı bu açıdan “emperyalist” olarak nitelemek şöyle dursun “klasman dışı” saymaktadır (bakınız, Stansfield Smith,  https://mronline.org/2019/01/02/is-russia-imperialist/).

Yukarıdakilerden ayrı sayılabilecek tek durum, Rusya’nın çok yönlü askeri gücüdür. Ancak, askeri güç kendi başına emperyalizm tanımına yetmeyeceği gibi, Rusya bugünkü askeri gücünü kendi kapitalizme dönüş ve “emperyalistleşme” sürecinde yaratmamış, Sovyetler Birliği’nden devralmıştır.

Askeri anlamda süper güç olma “emperyalizm” demekse, o zaman SSCB’ye de emperyalist densin olsun bitsin…

EMPERYALİST DEĞİLSE NE YAPARSA YAPSIN MI DEMEK GEREKİR? 

Rusya’nın emperyalist bir ülke olmaması, bu ülkenin yayılmacı niyetlerine, bu arada son olarak Ukrayna’ya yönelik askeri müdahalesine hayırhah bakmanın gerekçesi olamaz.

Kendi çıkarlarını gözeten bir ulus devlet olarak Rusya’nın, Batı’nın ve NATO’nun açık niyetleri de veri alındığında, Ukrayna konusunda hassas davranması normaldir. Rusya’nın tutumunun NATO’nun doğuya doğru yayılmacı girişimlerine set çektiği de bir gerçektir.

Gelgelelim, sadece jeopolitik çerçevede değerlendirilmesi gereken, bunun dışında siyasal ve ideolojik açılardan olumlu yanlar bulunması mümkün olmayan bu durumun batıya karşı “anti-emperyalist” bir tepki olarak değerlendirilmesi tamamen temelsiz olacaktır. Taliban’ın ABD’yi Afganistan’dan kovması ne kadar “anti-emperyalist” bir kazanım ise Rusya’nın Ukrayna’yı NATO’ya kaptırmama hamlesi de o kadar öyledir.

Bizce Putin ve Rus oligarşisi-bürokrasisi, Batı-NATO dünyasının en tepesindeki çevreler kadar anti-komünisttir, emek düşmanıdır ve milliyetçidir. 70 küsur yıllık sosyalizm deneyiminden bugünkü Rus oligarşisine-bürokrasisine her şeye rağmen olumlu “bir şeyler kalmış olabileceği” düşüncesinin ciddi bir dayanağı yoktur.

Neticede, buraya kadar, Rusya’nın emperyalist bir ülke olmadığını, Ukrayna’ya ilişkin Batı-NATO operasyonları düşünüldüğünde verdiği tepkinin haksız sayılamayacağını, ancak bu tepkinin salt NATO yayılmasına bir süre set çekeceği için “anti-emperyalizm” diye göklere çıkarılmaması gerektiğini söylemiş olduk.

Daha sonraki anahtar sözcük ise barıştır.

BARIŞ SADECE İNSANİ NEDENLERLE Mİ İSTENMELİ?

Başka her şey bir yana barış, hangi ölçekte olursa olsun savaşın insanlığa getirdiği yıkım ve acılar  nedeniyle istenmeli, savunulmalıdır. Bu temel gerekçeyi gölgelememek koşuluyla, özellikle sosyalistlerin barışı savunmalarının ayrı bir rasyonalitesi  olduğu söylenebilir.

Kapitalizmde, ülkeler arasındaki savaşlara her zaman eşlik eden milliyetçilik ve şovenizm dalgası, ülkelerin kendi içlerindeki sınıf çelişkilerini, sömürüyü, yoksulluğu ve zulmü örten, bunları geri planlara iten bir etki yaratmıştır. İstisnasız her savaşın mutlaka bu nedenle çıkartıldığını söylemiyoruz kuşkusuz; ama sonuç her zaman ve her yerde bu olmuştur.

Rusya-Ukrayna savaşında da böyle olacağı bellidir.

Her iki ülkenin ciddi sorunlarla boğuşmakta olan emekçileri, yaratılan havayla birlikte karşılarında kendi dertlerini unutturacak “düşman komşular” bulacak, onlara öfkeleneceklerdir.

***

Son sözümüz şu olacak: Konuya yukarıda özetlenen açıdan bakılmasının doğru olduğunu düşünmekle birlikte bunun pek çok kesimi “kesmeyeceğinin” de farkındayız.

Muhtemelen, çok önceleri yazdığımız gibi bir “Kızılderili” tepkisi gelecektir:

“Ugh! Beyaz adamın dili yılan gibi çatallı; açık konuşsun, NATO-Ukrayna mı haklı, Rusya mı?”