Aman İslamofobiye kapılmayalım!

Dün, Sivas’taki Madımak katliamının 28. yılıydı.

Aklımıza geldi: 1990’ların ikinci yarısında bu kente iki üç kez yolumuz düşmüş, kentin ve ilçelerinin solcularıyla tanışma fırsatı bulmuştuk. Dikkat çeken nokta şuydu: 1993 yılındaki Madımak katliamı gündeme geldiğinde Alevi inancına sahip olanlar “dinci gericilik”, “yobazlık”, “şeriatçılık” gibi tanımlamaları kullanmakta beis görmezken, Alevi olmayan solcular bu tanımlamalara pek itibar etmiyordu. Onlara göre katliam doğrudan doğruya “derin devletin” işiydi…

Katliamda “derin devletin” parmağı olabilir elbette; ancak bu devlet nasıl edip de binlerce insanı hemen harekete geçirebiliyordu?

Tartışma bu minval üzerine sürünce gelinen nokta da şöyle oluyordu: “Aziz Nesin, durup dururken halkı tahrik etmiş, halkın dini değerlerini aşağılamış, sonuç da böyle olmuştu…”

Neyse, konunun bu yanını geçiyoruz.

***

Türkiye solu, son 30 yıl içinde, özellikle birtakım liberal yazarların ve çevrelerin zorlamalarıyla bir komplekse itildi: Sol, elbette Kemalist etkilerle, İslam dinine, ona bağlı olan geniş kesimlere en hafifinden dışlayıcı, daha kötüsü düşmanca yaklaşmıştı; Kemalist edebiyatın ürünü olan “yobaz tipini” gerçek sayıp tam karşısına koymuş, “mütedeyyin” insanları da yobazların peşinden gitmeye amade bir sürü olarak görmüştü…

“Kompleks” sözünü bilerek kullandık; yapılmak istenen, başka ve daha eski bir kompleksin tersine çevrilmesiydi. Bu ülkede İslamcı cenahta yer alan ve “o kesimin aydını” denebilecek insanlar ve edebiyatçılar, uzunca bir dönem Kemalizm’in değilse bile sosyalizmin karşısında kompleksli olagelmiştir.   O cenahın düşünürleri, romancıları, “şiir tahlilcileri”, kendi değerlerinin karşı taraftaki bir Marksist/sosyalist tarafından takdir edilmesini beklemiş, bu takdir gelince de büyük bir memnuniyete gark olmuşlardır.

İşte, bunun tersine çevrilmesi gerekiyordu: Artık solcular, sosyalistler ve Marksistler kendi içlerine dönüp “nerede neyi yanlış yaptıklarını” düşünecek, Kemalist yazından tevarüs ettikleri ileri sürülen “yobazlık”, “dinci gericilik” gibi kavramları terk edip Cemil Meriç’in öğrencilerinden, Fetullah’ın aydınlarından  ya da Yasin Aktay’dan takdir bekleyeceklerdi…

Bu operasyon pek yaygın olmasa da solun belirli kesimlerini gerçekten etkiledi.  Bizde, yani Türkiye solunda bu işlerin arkası çorap söküğü gibi gelir; nitekim öyle oldu: Bir de gördük ki meğer bir zamanlar namazında niyazında iken solun “mahalle baskısıyla” ibadeti bırakmak zorunda kalanlar varmış; bu ülkenin sosyalistlerinin mütedeyyin insanlara tedhiş (terör) uyguladıklarını da bu sayede öğrenmiş olduk; zamanında hiç farkına varmamışken sosyalizm propagandasının “ateizm” ve İslamiyet düşmanlığı temeline oturtulduğunu sonradan duyduk…

Sonra, bir de öğrendik ki meğer bu ülkede inançlı insanlara uygulanan baskı ve zulmün, sosyalistlere yönelik olanlardan hiç de aşağı kalır yanı yokmuş… 

***

Pek çok kişi, “Böyle şeyler artık bitti, geride kaldı” diye düşünebilir.

Ne kadar öyledir, tartışılır.

Yakın dönemde, özellikle entelektüel çevrelere hitap etmek üzere “İslamofobi” terimi daha sık kullanılır oldu. Gelgelelim, bu terim öylesine gelişigüzel kullanılıyor ki (belki de niyet tam da budur) laiklik konusunda duyarlılık taşıyan, siyasal İslam’ı ve dinci fanatizmi bir tehlike sayan herhangi bir kişinin “İslamofobik” sayılmamak için neleri yapmaması ve istememesi gerektiği tamamen belirsizleşiyor…

Hep söylemeye çalışıyoruz: Din sosyolojisi dahil sosyoloji ve antropoloji gibi alanlardaki araştırmalar ve okumalar bize hangi ince noktaları, daha önce bilinmeyen hangi gerçekleri gösterirse göstersin sonuçta hepsi bir prizmadan geçecek, siyasal süreçlere ve hareketlere “sadeleşerek” yansıyacak ve karşımıza öyle çıkacaktır.

28 yıl önce Sivas’ta olan da budur.

En önemlisi, “derin devlet” nerede durursa dursun, Sivas ilinin ekonomik, sosyolojik ve antropolojik özellikleri ne olursa olsun, orada “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak” denmiştir.

Bu caniliği ve sloganlarını karşımıza alırsak “İslamofobik” olur muyuz sizce?