21. yüzyıl sosyalizmi

Eski bir tespiti tekrar edelim ve dünya solunun 1989-91 dönemecinden bu yana 30 yıldır süren özel bir dönemden geçtiğini hatırlatarak başlayalım. “Sol” terimi çeşitli kesimleri kapsamaktadır: Komünistler, zamanında “Sovyetik olmayan” devrimci Marksistler, sosyalistler, demokratik solcular ve sosyal demokratlar…

Son 30 yıllık dönemin kendi içinde iki evreye ayrılabileceği görülüyor. Solun düşünce dünyası açısından bakıldığında, 1989’dan yeni yüzyılın ilk 10 yılına uzanan evreyle halen sürmekte olan yeni evre belirli bir noktada farklı özellikler sergiliyor.

Soldaki öznelerin ilk 20 yılın akıl dağınıklığını henüz yeni yeni aştıkları görülüyor. Dağınıklığı aşma evresinde olduklarının anlamlı bir göstergesi şu: 1989’u izleyen 20 yılda bu özneler kendilerini ağırlıklı olarak yaşanmış sosyalizm deneyimlerinin olumsuzluklarına göndermede bulunarak tanımlarlardı: “Onlar öyle yaptı, şurada şöyle oldu, ama biz …”

Son dönemde ise geçmiş sosyalizm deneyimlerine göndermeler azaldı. Onun yerini, yaşanan kapitalizmin eşitsizliklerine, adaletsizliklerine, toplumun geniş kesimlerini gözden çıkaran gaddarlığına yapılan vurgular aldı.

Bizce olumlu bir gelişmedir.

***

“Sovyetik olmayan” solun 1989-91 dönemecindeki beklentilerine burada, Türkiye’de bizzat tanık olmuştuk. Başkaları da başka yerlerde tanıklık etmiş olacaklar ki o solun önemli isimlerinden biri, Tarık Ali, yıllar sonra şu tespiti yapıyor:

“1990’larda, burada olsun ABD’de ve Avrupa’nın başka yerlerinde olsun solun başına gelen, komünizmin çöküşünün, tüm dünyada, Sovyetler Birliği’ne özel bir sempatisi olmasa bile onun varlığından hoşnut olan milyonlarca insan üzerindeki etkisini küçümsemesiyle ilgilidir. Sovyetler Birliği’nin varlığı ABD’ye karşı bir savunma duvarıydı. Güney Amerika’da, Asya’nın büyük bölümünde, Afrika’da ve hatta Avrupa’da daha akıllı insanlar bu sistemin toptan çöküşünün, Sovyetler Birliği’ni sevsin sevmesin sol açısından büyük bir yenilgi olduğunu kavrayabildi. Uç soldan kimileri, ‘Tamam… Şimdi bizim sıramız geldi!’ diye düşünürken, yaşamları boyunca onsuz kendilerinin de var olamayacağı dev bir komünist harekette dipnotlar olmaktan pek az öteye geçebildiklerini unuttular.” (David Elgar’ın Tarık Ali’yle yaptığı görüşme, London Review of Books, Mayıs 2018). 

Tarık Ali, “far left” tabirini kullanıyor; “aşırı sol” yanlış anlaşılacağı için biz çevirirken “uç sol” dedik. Bununla birlikte, kastedilenin “Sovyetik olmayan” Marksistler ve devrimciler olduğu açık.

Tarık Ali’nin solun bir kesimi için yaptığı tespitin (onsuz olamayacakları dev bir harekette dipnotlar olmaktan öteye geçememe) incitici olduğunun farkındayız. Amacımız, kesinlikle burayı kaşımak değil. Zaten, “Sovyetik solun” ne yaptıysa doğru yaptığı, “haklı çıktığının bugün kanıtlandığı” gibi bir düşüncemiz de yok.

Söylemek istediğimiz şu: Bugün sosyalist fikir ve önerilerin muhatabı sayılan insanlar, sosyalizmin nasıl olmayacağını, geçmişteki hangi deneye benzemeyeceğini değil, nasıl olacağını ve neye benzeyeceğini merak ediyor.   Böyleyse, sosyalizmin “Sovyetik” eski tüfekleri olumlu geçmiş referanslarını asgari düzeyde tutarken, Sovyetik olmayanlar da sosyalist sistemin varlığının ve yokluğunun “dert” ve “yara” kategorilerinden hangisine sokulacağını artık daha az düşünmeliler.

Her iki kesim de ağırlıklı olarak geleceğe bakmalı.

21. yüzyıl sosyalizmi bunu gerektirdiği için…

***

Buradan Türkiye’ye gelirsek…

Öteden beri kabul ediyor ve tekrarlıyoruz: Türkiye’de sol yükseliş, sınıf hareketine, geniş kesimlerin katıldığı hareketlenmelere, yaşanan süreçlerin, bugünkü mücadelenin içinde belirli bir ağırlık kazanılmasına bağlıdır, tamam…

Ancak, bu sürece sol düşünce alanında belirli bir canlanmanın, gerçek bir tartışma ortamının, yeni fikirler üretilmesinin de eşlik etmesi, süreci bu yönden desteklemesi gerekir ki bunun olduğu söylenemez.

Bizce ciddi bir eksiklik sayılmalıdır.

Birlik, cephe, platform, vb. bunlar ayrı şeylerdir; eksikliğine işaret ettiğimiz canlı tartışma ortamının önkoşulu sayılamaz. Sonra, kastettiğimiz, bugünkü rejimin nasıl aşılabileceğine ilişkin yolların ötesinde, geçiş sürecinde “ikili iktidar” modeline, merkeziyetçilik-yerinden yönetim ikiliğine, “devrimci cumhuriyetin” süreçte belirli bir yeri olup olamayacağına ve benzer başlıklara ilişkin tartışmalardır.

1960-1980 dönemine “nasıl bir sosyalizm” motifi damgasını pek az vurabilmişti.

1989-2009 dönemine ise fazlasıyla vurdu; ama hep geçmişe referanslarla, “Bakın bizde öyle olmayacak” kayıtlarıyla vurdu ve solu ileri denebilecek herhangi bir yere taşımadı…

Şimdi başka bir yolu deneyelim; geçmişe referansları, bilmem kaç on yıl öncesinin politik kamplaşmalarını bir yana bırakarak “Türkiye için sosyalizmi” tartışalım.

Türkiye için 21. yüzyıl sosyalizmini…