15 gün kaldı…
24 Haziran’da yapılacak seçimler bize bir Türkiye profili verecek.
Ama ülke bu profille ne bugünkünden çok daha koyu bir karanlığa gömülecek ne de düze çıkacak. Bu söylediğimiz kuşkusuz Erdoğan’ın seçim zaferiyle yenilgisi arasında pek bir fark görmediğimiz anlamına gelmiyor. Yalnızca, seçim sonuçları ne olursa olsun Türkiye’yi huzursuz ve gerilimli bir yeni dönemin beklediğine işaret etmek istiyoruz.
Önümüzdeki 15 gün içinde o malum şapkadan yepyeni bir tavşan çıkar mı? Ortalıkta “Kandil operasyonu” söylentileri dolaşıyor. Belki önümüzdeki 15 gün içinde, belki muhtemel gibi görünen ikinci tura uzanan sonraki 15 gün içinde…“Kesinlikle olmaz” diyemiyoruz. Pek çok dış etmene de bağlı olduğundan bu olasılığı şimdilik bir kenara bırakıyoruz.
Daha temeldeki, daha kalıcı görünen durumlara bakalım.
***
Türkiye burjuvazisi, ülkedeki kapitalizme yeni bir karakter kazandıracak, onu başka bir konuma taşıyacak vizyon geliştirme ve bu vizyonu belirli siyasal oluşumlara kabul ettirerek siyaset alanına kendi belirleyici damgasını vurma özelliğini yitirmiştir.
Dikkat: “Artık yönetmiyor, yönettirmiyor; siyasal partileri etkilemiyor” demiyoruz; egemen sınıf olarak artık bir hamle iddiasının kalmadığını söylüyoruz.
Türkiye’de çok partili döneme göz atarsak, 1946’yla birlikte tarım ve ticaret sermayesini, 12 Mart 1971’de tekelci büyük sermayeyi, 1970’lerin sonu ve 1980’de küresel kapitalizmle entegrasyon arayanları ve nihayet 2000’lerin başında IMF-Derviş yeniden yapılanmasını davet edenleri en ön planda görürüz.
Siyasete vurulan değiştirici sınıf damgaları bu dönemlerde çok belirgindir
Bu tür uğraklar bir süredir yoktur, gelmemektedir.
Dolayısıyla, seçimlerden kimin galip çıkacağı, Erdoğan’ın gidip gitmeyeceği, “cumhur ittifakının” mı yoksa “millet ittifakının” mı üstün geleceği gibi sorular bir yerden sonra sermaye sınıfı için fazla önem taşımamaktadır. Egemen sınıf için siyaset artık bir idare-i maslahattır ve sınırlar net çizildiğinden maslahatı kimin yürüteceği o kadar da ciddi bir tercih konusu değildir.
Ancak, sermaye sınıfının siyaset alanına yansıyan bu anlamdaki “kayıtsızlığı” hiçbir şekilde aynı alanda işlerin daha sakin, kargaşa ve belirsizliklerden uzak yürüyeceği anlamına gelmez. Tersine, farklı siyasal aktörler kapitalizmin bugünkü ihtiyaçları ve “kırmızı çizgileri” konusunda temelde ne kadar aynı çizgideyseler siyaset alanındaki kavgaları da o kadar kızışır. “Kayıkçı dövüşü” deyip geçmemek gerekir; bayağı ciddidir ve ciddi sonuçları da olabilir.
Çünkü işler yalnızca rotasını sermaye sınıfına göre ayarlamış siyaset seçkinleri arasındaki itiş kakıştan ibaret değildir; bir de halk vardır, “demokrasi” deniyorsa onun da belirli bir sözü ve ağırlığı olacaktır.
Kritik nokta da buradadır.
***
Kritik nokta ve bugün görünen durum şudur: Siyasetin gereği sayılan esip gürlemeleri geçersek, “millet ittifakı” denilen oluşumun iş başa düştüğünde gerçekten yapabilecekleri ile bu ittifaka değer biçenlerin önemli bir bölümünün umut ve beklentileri arasında bir açı oluşmuştur...
Umut ve beklentiler “sosyalizm” değildir elbette; ama tarifi yapılamayan, adı pek konamayan ciddi bir değişim umudu ve beklentisidir. Az buz değil, ortada 16 yıllık bir iktidar vardır ve biriktirdikçe biriktirmiştir. Bugün toplumun yarısına yakın bir bölümü “hele bir gitsinler” havasındadır.
Bu havayı küçümsemiyor, değersiz bulmuyoruz. “Gitmeleri” elbette iyi olacaktır. Ama burada odaklanılması gereken nokta, eğer olursa, yerine gelenlerle hangi tahribatın neresinden nasıl onarılacağından çok az önce sözünü ettiğimiz açıdır: Gelenlerin, çizilen sınırlar içindeki idare-i maslahatçılığı ve düzeni kollama güdüleri ile geniş kesimlerin umut ve beklentileri arasındaki kaçınılmaz açı…
Bu açı hem Türkiye’nin seçimler sonrası yeni dönemini belirleyecek hem de sosyalizmin hamle yaparak o menhus “eşiği” aşmasına elverişli bir zemin sunacaktır.
***
15 gün kaldı…
Kendi açımızdan, 24 Haziran’a kadar dört yazı daha demek oluyor.
Bu yazıda kimi olasılıklardan hareketle mevcut durumun belirli bir yönüne işaret etmeye çalıştık. Tüm olasılıkları dikkate alan bir yazıyı da denedik, ama şimdi okuduğunuzun dört beş katı bir uzunluğa ulaştığını gördük.
Biz de bu uzunluğu beşe bölüp işin içinden çıkmış olduk…