İki tespitle başlayalım.
Birincisi: Siyasal mücadelenin içindeyiz ya… Belirli başlıklar gündemimizde asıl ağırlığı oluşturur. Bunlar, siyasaldır, ideolojiktir, örgütseldir, şudur budur. Başka konular ise belki insanla ilgili “felsefi-varoluşsal” meseleler sayıldığından ya da “bunlar da nasıl olsa arkadan gelir” varsayımıyla gündeme pek alınmaz.
Örneğin, genel anlamda olmasa bile “insan” sorusu; günümüzün insanı, yapısı, belirleyici özellikleri, etkilenmeleri, duyarlılıkları, eğilimleri gibi…
Bu birincisi, şimdilik bir kenarda dursun…
İkinci tespit: Türkiye sol hareketi siyaset oluşturmakta, yapılar ve stratejiler geliştirmekte, örgütler, cepheler kurmaya çalışmaktadır. Gelgelelim, bunlarla az önceki birinci tespitte değinilen “insan” arasında bir “yarık” ya da “birbirine değmeme” durumu olduğu açıktır.
Özellikle genç kuşaklar, örneğin “Gezi gençliği” söz konusu olduğunda…
Çözüm?
Bir yol, kendi bilgi ve deney birikimimizden kalkarak oluşturmaya çalıştığımız yapılara, örgütlenmelere, stratejilere boş verip her şeyi günümüzün insan “malzemesinden” özellikle gençlerin bugünkü duyarlılık, özlem ve arayışlarından hareketle türetmeye çalışmaktır.
Olur mu?
Dernek kuracaklar için geçerlilik taşıyabilir; ancak, düzeni değiştirmeyi hedefleyen bir siyasal örgütün ve hareketin böyle bir tercihte bulunması düşünülemez. Törpüleyici, belirli standartlar getirici, ayar verici ilkeler, kurallar ve hedefler olmadan dernek kurulsa bile zaten kısa sürede gayya kuyusuna dönecek, kendi kendini berhava edecektir…
Bir başka yol, oluşturulan örgütlenmelerin ve geliştirilen stratejilerin “yapısal etkilerinin” insanı aktif hale getirmesini beklemektir.
Olur mu?
(Olmaz ya) hadi oldu diyelim; bu kez insana özgür ve kurucu öznelik değil, ancak bir tür “taşıyıcılık” mevkii verilebilecektir (bu beklentinin Althusser’i merkeze koyan bir eleştirisi için bakınız, Taner Timur, Felsefi İzlenimler, İmge 2005, ss. 134-135).
Günümüzde sola açık insanın, “yapıların gücü adına” öznelikten feragat edip taşıyıcılığa fit olması pek beklenemez.
O zaman?
***
Bizce yapılması gereken, içinde yer aldığımız “yapılar oluşturmaya” ve “stratejiler geliştirmeye” yönelik her tür meşgaleyi, daha önceki dönemlerde hiç yapılmadığı ölçüde insanla, insan faktörüyle ve “insani olanla” zenginleştirmek, takviye etmektir.
Özellikle bugünün Türkiye’sinde…
Özellikle genç kuşaklar düşünülerek ve gözetilerek…
Çünkü bugün “insansızlaşma”, kendi antitezini yavaş yavaş da değil, bir patlamayla üretebilecek boyutlara ulaşmıştır.
Siyasal liderlerinin bilmem neresinin “kılı” olmaya hazır insanlar… “Çalıyorlar, ama iş de yapıyorlar” diyenler… İnsanlığı Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de tüketmeye ahdedenler… Meşhur olsun da kim olursa olsun diye “selfi” krizine girenler… Artık iyice zıvanadan çıkmış görünen din ulemasının sapıkça lafları…
Daha fazlasına gerek yok.
Şimdi, Marx’ın Feuerbach üzerine tezlerinden 6’ıncısı hatırlamanın sırasıdır: “Ancak, insanın özü tek tek her bireye içsel olan bir soyutlama değildir. Gerçekte (insanın özü) toplumsal ilişkilerin bütünüdür.”
Bu durumda, ne bilmem kimin bilmem neresinin kılı olma “tevazuu” ne de hepsine yönelik tiksinti “insanın özü” değildir; her ikisi de toplumsal ilişkilerin bütününün sonuçları, tezahürleridir.
Devam edersek: “Toplumsal ilişkiler” denilen bütünlük kendi içinde çelişkiliyse, bu ilişkilerin bir tarafından körüklenen “insansızlaşma” ve bu insansızlaşmanın dehşet verici boyutlara ulaşması, diğer tarafta kaçınılmaz olarak büyük bir tepki potansiyeli yaratacaktır.
Dolayısıyla, “kindar ve dindar nesil” atıfları boşuna yapılmamaktadır…
“Liselileri tahrik edenler var” lafı, bir kuruntu olmaktan çok sezilen bir tehlikenin ifadesidir.
Aradan üç yıl geçmesine karşın “Gezisiz Türkiye”nin bir siyasal iktidarın vizyonunda demirbaş kalemler arasına girmesinin nedeni de budur.
***
Sonuçta “insanın özü şudur, bunlar bu öze aykırı” demiyoruz…
“Geleceğin sosyalist toplumunun insanını bugünden yaratma” gibi bir iddianın peşinde de değiliz…
Söylemeye çalıştığımız yalnızca şudur: Türkiye’ye dayatılan insansızlaşma neyin “insanca” olduğunu gözlere sokma adına büyük fırsatlar sunmaktadır.
Yapılar, örgütler, stratejiler vb. bu fırsatları mutlaka dikkate almalıdır.
İnsan, insanlığının farkına en fazla özne olduğunu hissettiğinde varır.
Dolayısıyla, her tür örgütlenme ve yapılanmada bırakalım insan özne olsun.
“Taşıyıcı” değil…