Muhalefet de gemileri yakmalı

Hep söyleriz: Süleyman Demirel 1970’lerde kaybettiği bir seçimin ardından durumu kabullenmiş, “milletle de kavga edecek halimiz yok” demişti. “Seçimle gelir seçimle gideriz” anlayışının ifadesidir. Söylediğimiz ise, reisin başında olduğu AKP’nin bu anlayıştan tamamen uzak olduğudur. İşe hile hurda karıştıracak, duruma göre seçim sistemini değiştirecek, ne yapıp edip iktidarda kalmayı bir şekilde sağlama alacaktır.

“Türkiye’nin kaderi ile AKP’nin kaderi aynıdır” sözü bunu yansıtmaktadır.

Gerekiyorsa milletle, daha doğrusu onun yarısıyla da kavga edecektir.

Davutoğlu’nun herhalde “başyapıtı” saydığı “Stratejik Derinlik”te Tarık Bir Ziyad’a atıfla verdiği “gemileri yakma” örneği Orta Doğu coğrafyasında tutmamış, geri tepmiştir. Yani çıkış coğrafyasına bağlı kalmama, o coğrafya dışında gidilen yerden geri dönmeme adına “gemileri yakma” bir dış politika fantezisinden öteye geçememiştir. Ancak içerde durum daha farklıdır: AKP elinde tuttuğu siyasal iktidarı ve giderek devleti bir daha bırakmama anlamında gemileri gerçekten yakmıştır.

Siyaseti bir muhalefet partisi olarak sürdürmenin, bu partinin en geniş tahayyülünde bile yeri yoktur.

Hile, hurda, yancı ittifakı, seçim sistemiyle oynama vb. ne varsa denenecektir.

Ya “milletle kavga”?

***

696 sayılı KHK’nın ucu fazlasıyla açıktır. Toplumsal muhalefetin yükselmesi, örneğin 2013 Gezi Direnişindeki gibi eylemli bir kitleselliğe ulaşması olasılığı düşünülerek “sivil güçler” (!) için görev tanımı yapılmıştır.

Bu, en geniş anlamıyla muhalefete “kıyıma uğramayı, giderek iç savaşı göze alıyorsan sokağa çık, eylem yap ve sonuçlarına katlan” demektir.

Aynı mantık çerçevesinde istisnasız her tür eylemin ve direnişin “darbe teşebbüsü” sayılmasının önünde hiçbir engel yoktur.

Bu durumda AKP rejimi ülkeyi kısa dönemde bir iç savaşa mı sürüklemek istiyor?

Biz tam olarak bu kanıda değiliz. 

AKP rejiminin giderek kırılganlaşan bir ekonomiyle birlikte sermaye sınıfının iktidarı olduğu, üstelik bunca tafrasına rağmen sermaye sınıfının her tür hassasiyetini dikkate aldığı unutulmamalıdır. Egemen sınıfla onun siyasal iktidarı arasındaki açı ne olursa olsun sınıf egemenliğinin kimi kırmızı çizgileri vardır; egemen sınıf, yumurta kapıya dayanmadan iç savaş gibi bir tercihte bulunmaz, bulunamaz. Sonucunda kazanacağını kestirse bile riskleri, maliyeti büyüktür.

Bizce AKP iktidarı böyle bir ortama, yani iç savaş ortamına doludizgin koşma yerine onun tehdidiyle kendisine muhalif olanları, halkın yarısını susturma, pasifleştirme, kendisi ne yaparsa yapsın ses çıkaramaz duruma getirme niyetindedir.

Bir bakıma, bir mafya grubunun doğrudan zorlayarak haraç aldıklarının üzerine “neme lazım” düşüncesiyle beladan uzak durmak isteyen ve kendi rızasıyla haraç veren başkalarını eklemesi gibidir.      

***

Açık konuşmak gerekirse en geniş anlamda muhalefet, artık ucunun ötesinde ortası da gösterilen iç savaş tehdidi karşısında ortaya atılıp “kabulümüzdür, hodri meydan” diyebilecek durumda değildir. Ancak, durum böyle diye ne yapılırsa sineye çekme de zaten AKP’nin istediği şeydir. 

Özetle, ortada muhalefet açısından da bir “sıkışmışlık” durumu vardır.

Bu sıkışmışlığı aşmanın yolu da tehdit edenin karşısında “tamam, gel savaşalım” demeyen ama caydırıcı bir tehditle dik durmaktır. Elde “yasallık” anlamında ne kaldıysa hepsini kullanan, ama bununla yetinmeyen, “darbe teşebbüsü” umacısına teslim olmayan, işyerlerine, okullara, kurumlara, sokaklara yayılan ve kitlesel boyut da taşıyan bir dik duruş…

AKP rejimi kendi gemilerini yakmışsa, muhalefet de kendisini kabuğuna, kuytusuna-köşesine götürecek gemileri yakmalıdır.

Görünen başka bir yol yoktur.