Konulacak ada ilişkin tartışmaları şimdilik bir kenara bırakıp “dinci gericiliğe karşı mücadele” ya da “laiklik mücadelesi” diyelim. Bu mücadelenin gerekliliği, gelinen bu noktada çok geniş bir kesim tarafından kabul ediliyor. Bilindiği gibi bu kesimin içinde sosyalistlerin dışında kalan, en azından kendini “sosyalist” olarak tanımlamayan başka toplumsal-siyasal-kültürel oluşumlar da yer alıyor.
Başkaları da dinlerse iyi olur elbette. Ama buradaki sözlerimiz özel olarak sosyalistleredir. Belki hepsi zaten bilinen şeylerdir; ama bu mücadele ciddi ve kararlı biçimde, yalpalamadan verilecekse, akıllarda tutulması gereken kimi temel noktalar vardır. Özetle şöyle:
-
Yakın denebilecek bir dönemde sosyalistlerin bile kafasını karıştıran postmodern/liberal tezler tamamen unutulmalıdır. Aydınlanma’nın “pozitivist yanlarına” yönelik eleştiriler ya da laikliğin Türkiye’de nasıl geliştiğine ilişkin geriye dönük “bulgular” başka ortamlarda tartışılır, eleştirilir ve reddedilebilir. Ama siyasal ve ideolojik mücadelede bu tür motiflerin yeri olamaz. Her tarihsel analiz ve “bulgudan” mutlaka güncel bir siyasal mesaj çıkmasını bekleyen amatörlük reddedilmelidir.
-
Türkiye’de dinci gericiliğin yükselişi, “iç dinamik-dış dinamik” ilişkilerinin kavranmasında titizlik gerektirmektedir. Örneğin ne emperyalizm bu ülkede dinci gericiliğin yükselmesindeki tek amildir ne de Türkiye’deki egemen sınıflar “Ordu dışında bir de böyle değerli malımız var” diye bunu dış odaklara kabul ettirmişlerdir. İki dinamik özellikle 1945’ten sonra “hangisinin ne kadar payı var” sorusunu anlamsız kılacak ölçüde iç içe geçmiştir.
-
Bu ülkenin sosyalistleri, bir Cumhuriyet’in ilk dönemlerine özgü radikal anti-klerikalizmi, iki bu ülkedeki laik birikimi küçümsememelidir. Kuşkusuz, ilki “aynısını yapalım” ikincisi de “o zaman rahatız” anlamına gelmez. Ancak, bu ikisi küçümsendiğinde sanıldığı gibi “çok radikal” olunmaz, tersine bir noktadan sonra dinci ideolojiye ödün verilmesine yol açar.
-
1945-80 döneminde Türkiye’de dinci ideolojinin ve siyasetin belirli sınırlar içinde kalmasında, dönemin dünyasına damgasını vuran “kalkınma paradigmasının” ve bunun bir tür yan unsuru olan “modernleşme” tezlerinin de payı vardır. Son 30 yıldır ikisi de topa tutulmaktadır; başka bir deyişle dünyada ve Türkiye’de egemen sınıfların ve onların siyasetçilerinin “laiklik davasına” gerçek anlamda sahip çıkmaları beklenmemelidir.
-
Derecesi ayrı, ama dinci ideoloji Türkiye’deki egemen sınıfın ideolojik ve siyasal cephaneliğinde artık vazgeçilmez, başat unsurlardan biri haline gelmiştir. İdeolojisinin seküler öğelerini yeniden üretemeyecek duruma gelen burjuvazinin dinci ideolojiden şu ya da bu ölçüde medet umması salt basit bir fırsatçılığın değil kendi nesnel durumunun sonucudur. Burjuvazi, doğruyu/yanlışı, haklıyı/haksızı, iyiyi/kötüyü dinsel referanslar dışında tanımlama ve ayrıştırmada büyük güçlüklerle karşılaştığından böyle yapmak zorundadır.
-
Kürt siyasetinin kendi vizyonu ve reel politikası çerçevesinde dincilere ve dinsel motiflere belirli bir yer tanıması kendi bileceği iştir. Türkiye sol/sosyalist hareketi için bir emsal teşkil etmesi düşünülemez. İstiyorsa kendi “melleleriyle” yoluna devam edebilir; ama bizim “mollalara” karşı mücadelemiz kesin ve ödünsüz olmak zorundadır.
-
Dinci gericiliğe karşı mücadelenin “ateizm propagandası” şeklinde algılanması ve böyle hareket edilmesi yanlıştır. Varsa, olabiliyorsa, bir tür “çocukluk hastalığı” olarak görülmelidir ve itibar edilmemelidir. Dünya-tarihsel ve bütünlüklü düşünce sistemleri oluşurken (Aydınlanma, Marksizm) vazgeçilmez olan hesaplaşmaları gündelik pratik siyasete taşımanın anlamı yoktur.
-
Dinci gericiliği karşı mücadele Erdoğan/AKP rejimiyle kaim bir alan olarak görülmemelidir. Düzen içi hangi alternatife başvurulursa vurulsun solun gündeminde mutlaka yer alması gereken bir mücadele alanıdır. Yukarıdaki 5’inci maddede değinildiği gibi dinci ideoloji artık sermaye egemenliğinin olmazsa olması haline geldiğinden böyledir.