Bir hafta önce bugün 15 Temmuz’un yıldönümüydü…
Türkiye solunun çeşitli kesimleri bu vesileyle olayı bir kez daha değerlendirdi.
Bu değerlendirmelerden Sungur Savran’ınki Gerçek gazetesinde “15 Temmuz’un anlamları” başlığıyla yayınlandı (http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/15-temmuzun-anlamlari).
Savran’ın yazısı, darbe girişimine yönelik “halk tepkisine” farklı bir açıdan yaklaşıyor. Yazı, Bolşevik devrim örneğinden hareketle, tarihsel süreçlerin karmaşık gelişimine şöyle işaret ediyor: “Özellikle büyük sarsıntı dönemlerinde bir insanda ya da bir toplum kesiminde aynı anda hem geçmiş hem içinde bulunulan an hem gelecek yaşar.”
Doğrudur.
Darbe girişimine karşı sokağa çıkanların büyük ölçüde AKP’li, bir bölümünün de muhtemelen Tayyip Erdoğan hayranı olduğunu kabul eden Savran, her şeye rağmen halkın bir darbeye kafa tutmasının yerleşik herhangi bir düzen tarafından “hayırlı” bir durum sayılamayacağını söylüyor.
Savran’ın bu olaydan kalkarak bundan sonrası, Türkiye’de yaşanacak bir devrim süreci için verdiği “mesajın” özüne katıldığımızı hemen belirtelim. Şöyle: Gerçek devrim süreçleri hiçbir zaman steril kanallardan gelişmez. Bu süreçlere katılan öyle insanlar, öyle toplum kesimleri olur ki harekete geçme nedenleri ve özlemleri o sürecin öncüsü sınıfın temsil ettiğinden çok farklıdır… Ama bu kesimler gene de öncü sınıfı kendilerinin “tercümanı” olarak görüp öyle kabul ederler…
Gerçekten de, geniş halk kesimleri yer aldığı halde anti-otoriter, anarşizan, plebyen vb. tepkileri hiç barındırmayan bir devrim tahayyül edilemez.
***
Ancak, yukarıda özetlemeye çalıştığımız haklı noktadan hareket eden Savran’ın 15 Temmuz darbesine karşı direnişin derinliklerinde bulduğu ipuçları kimi noktalarda güncellikten fazla kopuk kalmaktadır. Örneğin Savran darbe girişimine karşı meydanlara çıkanlar arasında “köyden tam kopamamış emekçileri, tablacıları, değnekçileri, muavinleri, yamakları, ortacıları, yoğun trafikte su satanları” da saymaktadır. Günümüz Türkiye’sinde bu unsurların diyelim “Bonapartist” bir rejimin lümpen tabanını oluşturma olasılığı (hatta “gerçekliği”); sanırız aynı unsurların ilerde, gelişen bir devrim sürecinde proletaryanın ardından gitme olasılığına göre çok daha yakıcı bir gündemdir.
Savran ayrıca darbe girişimine karşı direnişin Gezi’deki halk isyanıyla, “Kobane serhildanıyla” ve metal işçilerinin greviyle “biraz uzak da olsa akrabalığının olduğunu” söylemektedir. Bu durumda birilerinin örneğin 1993’teki Madımak güruhuna işaret edip “Çok daha yakın başka akrabalıklar da var” demesi pekâlâ mümkündür.
Denirse, kim itiraz edebilir?
***
Asıl konumuza gelelim.
Saray Rejimi bugün kendi kuruluşunun temellerini sağlamlaştırmak için bir toplumsal mit yaratma uğraşındadır.
“Şanlı Osmanlı” ve “Ulu Hakan Abdülhamit” mitleri doğal olarak yetmemiştir. Daha yakın zamanlı, ama geleceğe yansımaları da olacak, insanları hareketli tutacak; onlara destansılık, güçlülük ve kahramanlık duyguları aşılayacak bir toplumsal mit yaratma ihtiyacı, karşılığını 15 Temmuz agrandismanında bulmuştur.
Önüne yatılan, üstüne çıkılan, egzozu tıkanan tanklarıyla… Binaların tepesinden taşlanan uçaklarıyla…
Yeni rejim, “15 Temmuz Destanıyla” eski rejimin 1920’sini (Meclisin kurulması); 1922’sini (askeri zafer) ve 1923’ünü (Cumhuriyet) aynı anda kapsayıp hepsinin yerine geçecek bir toplumsal mit üretmektedir.
Yeni rejimin kurucu miti de denebilir.
Tarihsel olguların temellükü (sahiplenilmesi, biri tarafından kendine mal edilmesi) genellikle bir seferde olup biter; temellük edilen şeyin daha sonra el değiştirmesi pek mümkün değildir. Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in temellükünde solun da iddiası olduğundan bu durum rejimin canını sıkmaktadır ve yerine “15 Temmuz Destanı” getirilmektedir.
Bu açıdan, 15 Temmuz’un temellükü tamamlanmıştır. “Destan” ya da mit artık Saray Rejimi adına tescillenmiştir.
Değiştirmek, “bizim de payımız var” demek artık mümkün değildir.
15 Temmuz’da sokağa dökülenlerin dürtüleriyle ilgili geleceğe dönük çıkarımlar aklımızın bir kösesinde olsun elbette; ama bugün bu dürtülerin Saray Rejimine zimmetli olduğunu unutmadan…