90'lı yılların ünlü dizisi Sahil Güvenlik’in diziden de ünlü yıldızı Pamela Anderson bir süredir siyasetle ilgileniyor ve sol değerleri savunmasıyla göz dolduruyor. Putin’e balinaları kurtarmak için mektup yazıyor, Wikileaks’in kurucusu Julian Assange’ı Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde ziyaret ediyor, Syriza’nın AB’ye teslim oluşunun ardından istifa eden Yunanistan’ın eski Maliye Bakanı, şimdinin “İlerici Enternasyonal”inin ve Avrupa’daki DiEM25 hareketinin kurucusu Varoufakis’le Atina’da görüşüyor, ABD’nin en genç Kongre üyesi ve parlayan yıldızı Demokrat Alexandria Ocasio-Cortez’i destekliyor ama onun Venezuela’ya karşı ABD müdahalesini meşru gösteren açıklamalarını “bu bir darbe girişimidir” diyerek eleştirmekten de geri durmuyor. Şu son örnek bile Anderson’ın gerçekleri görebilme becerisinin birçok siyasetçiden daha gelişkin olduğunu gösteriyor. Gerçekler... ama nereye kadar?
Pamela en çok hayvan hakları ve çevre sorunları üzerine mücadele yürütüyor. Özellikle küresel iklim değişikliği sorunu üzerine ABD ve Avrupa’da başlatılan Yeşil Yeni Anlaşma’nın (Green New Deal) destekçilerinin başında geliyor. Daha iki gün önce DiEM25’in Avusturya’da düzenlediği basın toplantısında yer alarak konu hakkında bir konuşma yaptığını okuduk haberlerde.
Pamela Anderson’ın aktivistliği gelip geçici bir heves mi bilemiyoruz. Bu yazının amacı da Anderson’ın siyasi kariyerini tartışmak değil zaten, ancak o ve benzerlerinin, yıllarını çevre mücadelesine adamışların bile söz konusu temelden bir sorgulama olunca nasıl da beceriksizleştiklerine ve gerçeklerin gözlerinde nasıl da bulanıklaştığına dikkat çekmek.
Gündemdeki Yeşil Yeni Anlaşma üzerinden ilerleyelim. Roosevelt’in 1930’lardaki ekonomi programı Yeni Anlaşma’nın (New Deal) çevreci versiyonu olarak kabul edilen bu Yeşil Yeni Anlaşma bir dizi ekonomik düzenlemelerle, artan çevre felaketlerinin önüne geçmeyi hedefliyor. Avrupa ve Amerika’da benzer içerikle sunulan Yeşil Yeni Anlaşma, karbon salımının azaltılması için karbon vergilerinin arttırılmasını, petrole bağımlı ulaşım sistemlerinin elden geçirilmesini, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılmasını, bu sayede yeni iş kollarının yaratılması ve istihdamın arttırılmasını, vb. öneriyor. Kulağa hoş gelen öneriler elbette. Sonuçta kim istemez doğanın korunmasını? Ancak merak ediyoruz, bu öneriler gerçekten doğayı kurtaracak mı.
Yeşil Yeni Anlaşma her ne kadar “kirleten öder” mantığıyla çevre yıkımının bedelini halkın değil, sermayedarların vergilerle ödemesi gerektiğini işaret etse de aslında tüm bu çevre felaketlerinin sorumlusu sermayeyi ve mevcut üretim ilişkilerini kökten değiştirmeye çalışmıyor. Tersine sermayeyle uzlaşmaya, onunla gerçekten “anlaşma”ya çalışıyor.
Bugün elimizde yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanmayı sağlayacak teknolojik olanaklar bulunduğu halde sermayenin üretimde ve ulaşımda güneş, rüzgar gibi enerji kaynakları yerine fosil yakıtları kullanmayı sürdürmesinin nedeni, enerji dönüşümüne yatırım yapacak gücünün olmaması değil, bunu yeterince kârlı bulmamasıdır. Önerilen bu tür anlaşmalar sermayeye getirdiği vergi yüküyle ona karşı durur gibi görünse de aslında tam da bu yüzden onun suyuna gitmekte ve “merak etmeyin, bu yeni koşullarda kâr edeceksiniz” mesajını vermektedir. Sermaye bu mesajı yeterince ikna edici bulursa anlaşmayı uygular, bulmazsa kendi bildiğini okumaya devam eder, daha önceki birçok denemede olduğu gibi.
Tüm bu anlaşma denemeleri arasında asıl sorgulanması gereken ise hep ıskalanmaktadır. Evet, iklim değişikliğine aşırı karbon salımı neden olmaktadır ve evet karbon partikülleri fosil yakıtların yanması sonucu ortaya çıkmaktadır. Peki atmosfere niçin bu kadar karbon salmaktayız, neden bu kadar çok fosil yakıt harcıyoruz? Yanıt aslında basit. Toplumun gereksinimlerini karşılamanın çok ötesinde, yalnızca sermaye kârlılığı hedeflenerek aşırı üretim yapıldığı için. O halde kâr mantığı, aşırı üretim ve tüketim sürdükçe sermayenin elindeki araçların birini diğeriyle değiştirmenin ancak belli bir açığı yamamaya yeteceğini ama bugün yaşadığımız çok boyutlu emek ve doğa sömürüsünü ortadan kaldırmayacağını görmek gerekiyor.
Bu durum biraz da kreşteki saldırgan bir çocuğun sivri bir oyuncakla çevresindekilere zarar vermesinin önüne geçmek için eline yumuşak bir oyuncak verilmesine benziyor. Çocuk hâlâ saldırgan, karşısındakine vurmayı sürdürüyor, bu davranışı değiştirmek için hiçbir şey yapılmıyor ama oyuncak yumuşak olduğu için kimsenin canı -şimdilik- yanmıyor.
Oyuncağı zararsız hale getirince saldırganlık sorununu kökünden çözmediğimiz ne kadar açıksa, kömürü rüzgara çevirince doğanın sömürüsünün sonlanmayacağı da o kadar açık olmalı.
Kapitalizm son hızla dünyayı yaşanacak bir yer olmaktan çıkarıyor ve iklim değişikliğine karşı acilen adım atmamız gerekiyor. -mış gibi yapan anlaşmalarla, sorunun üzerine gitmek yerine onun çevresinden dönen sözleşmelerle kaybedecek zamanımız yok.