Müdahale doktrini

“Müdahale doktrini” olgunlaştı, inatçılar “yerini aldı” ve hep bir ağızdan haykırdı: “Haydi başlıyoruz!”

13 Şubat günü Türkiye İşçi Partisi Müdahale Kongresi’nin Halk Buluşması binlerce emekçinin katılımıyla, coşku ve heyecan içinde gerçekleştirildi. Hemen ardından hem genel olarak TİP’in Türkiye siyasetinde edindiği konum hem de Haliç Kongre Merkezi’ndeki büyük buluşma kamuoyunda yankı buldu, tartışıldı, eleştirildi ya da övüldü. Bu konularda söylenecek fazlaca şey kalmadı.

Öte yandan, Haliç’teki buluşmaya da adını veren “müdahale” vurgusunun üstünü biraz daha kazımak, bu sözcükle ima edilenleri daha yalın bir biçimde ortaya koymak hala önemli. Çünkü hem TİP’in sık sık kamuoyuyla paylaştığı açıklamalar hem de 13 Şubat’taki halk buluşmasında TİP temsilcilerinin sarf ettiği sözler başlı başına bir “müdahale doktrini”nin söz konusu olduğunu gösteriyor. Yani basit bir sözcük seçiminden ya da propagandif vurgudan daha ötesi söz konusu burada. Amaçlanan, Türkiye’nin yakın geleceğine, yani bir yanıyla seçime giden sürece bir yanıyla da seçim sonrası günlere halkçı bir perspektifle müdahale etmek.

Boş vermemek, kayıtsız kalmamak, kenarda durmamak; mutlaka ama mutlaka müdahale etmek, müdahale etmenin yollarını aramak ve bulmak…

***

Türkiye’nin içinden geçtiği günlerin uzun boylu betimlenmesine gerek yok. Ülkemiz her geçen gün derinleşen büyük trajedilerin sahnesine dönüştü ve söylemeye gerek yok ki, bu trajedide kaybedenler rolü emekçilere biçilmiş durumda. Öyle ki, Türkiye’nin yakın geleceğinde önemli bir uğrak olacağı belli olan seçimler bile şu anda halk için bir lüks halini aldı. Günden güne yoksullaşan, borca batan, krizin ve yağmanın ağırlığı altında ezilen emekçilerin seçimleri bekleme lüksü kalmadı.

Öte yandan ise, düzen muhalefetinin temsilcileri ısrarlı ve kararlı biçimde halka beklemesini, seçime kadar dişini sıkmasını telkin ediyor. Gerek sermaye düzeniyle organik bağları nedeniyle gerekse içinde yer aldıkları ittifak bileşiminin ideolojik tercihleri nedeniyle düzen muhalefetinin Saray Rejimi’ne karşı radikal ve köktenci bir seçenek sunmayacağı, sunamayacağı da belli oluyor. Deyim yerindeyse, servis edilen fotoğraflarda görülen yegane şey, kimisi muhalefetteki beceriksizlikleri kimisi de bizzat AKP yöneticiliği nedeniyle geçtiğimiz 20 yıla dair en az konuşması gerekenlerin şişine şişine sahneyi işgal etme girişimi gibi duruyor.

Beğenelim beğenmeyelim, övelim yerelim, ama Türkiye’de siyaset alanını düzen cephesinden dizayn etmeye çalışan güçlerin Türkiye emekçilerinin önüne koyduğu seçenekler bu kadardır, bununla sınırlıdır.

Sosyalistlerin bu tabloyu eleştirmeye, söz konusu aktörlerin niyetlerini ifşa etmeye, kurulan masalarda dönen dolapları teşhir etmeye daha fazla zaman ve enerji harcamasının da bir anlamı yoktur. Yapılması gereken bu iki kampa sıkıştırılan, bunlardan birini seçmek zorunda bırakılan, geleceği iki seçeneğin dar koridorunda aramaya zorlanan emekçilere başka bir seçeneğin, bambaşka bir ihtimalin, bir başka alemin mümkün olduğunu göstermektir.

Demek ki, öncelikle, sarsıcı krizlerin ve tüm toplumu boydan boya kat eden eşitsizlik, sömürü, yoksulluk, baskı, şiddet, ayrımcılık deneyimlerinin orta yerinde usulca, uslu uslu seçime götürülmeye çalışılan bir ülkeye müdahale edilmelidir. Bu müdahale hazırlanmadığı ve gerçekleştirilmediği takdirde Türkiye’nin 20 yıllık karanlıktan çıkışı imkansız hale geleceği gibi, 20 yılda emekle, direnişle, kavgayla, inatla sürdürülen tüm mücadele de heba olacaktır.

İşte, TİP’in müdahale doktrininin ilk ayağı da seçimle değil, seçime giden Türkiye’yle ilgilidir bu yüzden. Türkiye’ye müdahale edemeyen, Türkiye’nin güzergahında anlamlı bir değişiklik yaratacak kuvveti biriktiremeyen, Türkiye halklarının mücadele kararlılığını büyütüp yaygınlaştıramayan bir stratejinin seçimde başarılı olma şansı da bulunmuyor çünkü.

***

Ancak, zaman zaman haksız eleştirilere, hatta yalan ve kasıtlı çarpıtmalara konu olsa da TİP’in olabilecek en sade biçimde anlattığı strateji ne bu müdahaleyle ne de seçimle sınırlı. Hatta, birinci müdahalenin esas olarak ikincisine bir hazırlık olduğunu, birinci müdahalenin ivediliğinin tam da ikinci müdahalenin yaşamsallığından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Çünkü TİP’e göre Türkiye’nin gereksinim duyduğu müdahale bugünden seçime kadar geçecek süreçle sınırlı değil; aynı şekilde, Türkiye’de yürütülecek mücadele de AKP ile sınırlı değil. Az önce de değindiğimiz düzen muhalefetinin olgunlaştırdığı seçenek, AKP sonrası Türkiye’nin koordinatları ve ajandası hakkında bol bol veri sunuyor ve görülüyor ki, Türkiye emekçilerini AKP sonrasında da zorlu bir mücadele evresi bekliyor.

Türkiye’nin 100 yıllık tarihinde sermaye egemenliğinin şaşmaz bir süreklilik taşıyan tercihi ülkenin solsuzlaştırılması, emekçilerin susturulması, halkın siyaset alanının dışına atılması olmuştur. Zaten 100 yılın sonunda geldiğimiz bu nokta da bizzat bu solsuzlaşmanın eseridir. Kurulurken solunu budayan ve halkını kötürümleştiren Türkiye, şimdi, AKP sonrasına ve bir yeniden kuruluş evresine hazırlanırken bir kez daha aynı tercihin yörüngesine sokulmak isteniyor. “Umut” diye pazarlanan fotoğrafta kimin ne gördüğü tartışma konusu olabilir, ama neyi görmediği herhalde hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak denli açıktır: O masada sol yoktur; sol olmamalıdır ve olmayacaktır da.

Demek ki, bir kez daha, solsuz, halksız, sermaye egemenliğinin bekası ve onların temsilcilerinin sefası için tetikte olan bir seçenek pişirilmekte, bu seçenek Saray iktidarından kurtuluş umudu diye servis edilmekte ve Türkiye bir karanlıktan bir körlüğe doğru itilmektedir.

Haliyle, TİP’in stratejisi sadece AKP iktidarına son vermekle değil, aynı zamanda ve belki de esasta Türkiye’nin yeniden kuruluşuna emekçi karakterli bir müdahalede bulunmakla ilgilidir.

TİP şimdiye kadar yayınladığı belgelerde ve temsilcileri aracılığıyla yaptığı açıklamalarda bu stratejisini kurtuluş ve kuruluş evreleri biçiminde tarif etmiş durumda. Türkiye Saray Rejimi’nin karanlığından tek bir gün daha kaybetmeden kurtulmalıdır, bu hiçbir tartışmaya konu olamayacak bir zorunluluktur ve TİP bu başlıkta üzerine düşen sorumluluktan kaçmayacağını şimdiden ilan etmiştir. Ancak, bu cümlenin bir devamı da var: Bu kurtuluşu takip edecek yeniden kuruluş evresi de düzen partilerinin niyetine, keyfine ve meşrebine bırakılmamalıdır.

Bırakılmamalıdır ve TİP bırakmayacaktır.

TİP’in sözü ve eylemiyle, Türkiye’nin dört yanında büyüyen örgütüyle, işçi sınıfı içinde güçlenen bağlarıyla, sokaklarda ve fabrikalarda, okullarda ve parlamentoda aradığı, adım adım biriktirdiği, deneye yanıla inşa ettiği yürüyüş bu çifte müdahalenin koşul ve araçlarını yaratmak içindir.

Türkiye, azgın bir saldırının ardından özgürlüğü, adaleti, huzuru en çok hak eden bu çileli ülke, köpük köpük biriken, fokur fokur kaynayan, bir nabız gibi güm güm atan direnciyle bu defa kendi kaderini kendi ellerine alma iradesini göstermeye yeltenmektedir.

TİP, bu iradenin yuvası olmak, ona yön verecek yatak olmak, onu taşıyacak hamal olmak inadıyla yola çıkmıştı. 13 Şubat itibariyle bu yolda bir uğrağın geride bırakıldığı ilan edildi. “Müdahale doktrini” olgunlaştı, inatçılar “yerini aldı” ve hep bir ağızdan haykırdı: “Haydi başlıyoruz!”