Geçtiğimiz hafta Koç Holding’in başında bulunan Mustafa Koç’un ölümü, Türkiye’de laiklik ve sermaye ilişkisine dair bir tartışmayı tetikledi. Kimileri Mustafa Koç’un laik yaşantısından örnekler vererek AKP ile gerilimini öne çıkarmayı denediler.
Bu denemenin başarısı ya da anlamı bir başka konu. Ancak böyle bir denemenin laiklik mücadelesi açısından ima ettiği daha ciddi sonuçlar da var. Burayı deşmek, buranın altını daha kalınca çizmek, bu sonuçların olası tahribatından kaçınmak için önemli.
Önce, geçen haftaki yazımızda dile getirdiğimiz bir sözü tekrarlayalım: “Türkiye hem laik hem burjuva kalamaz”.
Bu sözün arkasında iki saptama yatıyor.
Birincisi, Türkiye’de dinci gericiliğin güçlenmesi, siyasal iktidara sahip olması, hem toplumsal yaşamın hem de rejimin dönüştürülmesine yönelmesi ve tüm bu süreçte başarı kazanmasının arkasında, sermaye sınıfının çıkarları ve beklentileri yer almaktadır. Bu, 14 yıllık AKP iktidarına özgü olmayan, Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana izlenen çöküş eğrisini de gösteren bir saptama esasında.
Türkiye’de cumhuriyetin bir burjuva rejim biçiminde kurulması tarihsel olarak ne kadar tutarlıysa, bu burjuva rejimin cumhuriyeti kemirip çürütmesi, sonunda cumhuriyetin dinci gericilik tarafından tasfiyesine erişmesi de o ölçüde tutarlıdır. İktidar olabilmek için cumhuriyet kurup, iktidarda kalabilmek için cumhuriyet yıkmak, Bonaparte sülalesinden bu yana burjuvazinin karakteridir zira.
Türkiye de bu evrensel örüntünün başka ve özgün bir örneği olarak okunabilir.
Öte yandan, Türkiye’de sermaye sınıfının cumhuriyetin tasfiyesine ve gerici bir rejimin inşasına duyduğu ihtiyacı yakıcılaştıran güncel meseleler de var. Kapitalizmin dünya ölçeğindeki sıkışmasının yanı sıra, Türkiye sermaye sınıfı geride kalan, bağımlılık içinde debelenen ve buna rağmen yayılma ve yeni pazarlara ulaşma çabasından da vazgeçmeyen bir sınıftır. Bu yayılma ihtiyacı, ülke içinde tüm toplumsal yaşamın metalaştırılması (eğitimden sağlığa kadar tüm kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi gibi) ve sömürü oranının azamileştirilmesi, ülke dışında ise karlı yatırım alanlarında (iç savaşlarla yıkılan ülkelerin yeniden inşasında inşaat sektörünün ataklığı gibi) yer kapmak olarak somutlanabilir.
Bu noktaya eklenmesi gereken bir özellik ise şudur: Türkiye burjuvazisi, siyasal iktidara ve siyasal iktidarın hamlelerine muhtaçlık açısından eşine az rastlanır bir sınıftır. Şöyle de söylemek mümkün; Türkiye burjuvazisi, bilindik hedeflerine ulaşmak için siyasal iktidarın sunduğu fırsatları sonuna kadar kullanmaya alışkındır. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, siyasal iktidarlar, Türkiye burjuvazisi için hep birincil başvuru makamı olmuştur.
O halde, Türkiye sermaye sınıfının AKP’ye ve onun kurmaya çalıştığı rejime bir itirazı olmadığını, hatta böylesi bir rejime muhtaç olduğunu söylemek gereklidir. Türkiye sermaye sınıfı, hem ülke içindeki sömürü ve kar oranını artırabilmek hem de uluslararası rekabet koşullarında ayakta kalabilmek ve pazar kapma yarışından eli boş dönmemek için AKP’nin rejimine bel bağlamıştır. Kaba örnekler vermek gerekirse; rekabet kapasitesini teknoloji ve yatırımla artıracak gücü olmayan burjuvazi, ancak emek gücünün maliyetini düşürerek bir şans bulmaktadır. Ya da kendi başına sınır ötesi yatırımlara girişmesi çok mümkün olmayan burjuvazi, AKP’nin bölgesel operasyonları ve fetih zorlamaları ile pazar bulmayı umut etmektedir.
İşte AKP rejimi, bu rejimin dayattığı islamcı ideoloji, toplumsal yaşamın gerici dönüşümü, sendikasızlaşmayı ve güvencesizliği artırarak, işsizliği sadaka kültürüyle yatıştırarak, iş cinayetlerine fıtrat/kader/kısmet kılıfı uydurarak; bu arada Afrika’dan Irak ve Suriye’ye kadar birçok bölgede burjuvaziye yatırım imkanları sunarak, Türkiye sermaye sınıfının bu ihtiyaçlarına aktif biçimde yanıt vermektedir.
Koç grubunun AKP dönemindeki karlarını ve büyüme oranlarını gösteren rakamlar bu tablonun kanıtıdır. Aynı kanıt, Türkiye’nin hem laik hem burjuva kalmasının imkansız olduğunu da işaret etmektedir.
Gelelim işin diğer boyutuna.
Mustafa Koç’un laik bir yaşam sürdüğü, laiklik yanlısı bir işadamı olduğu, bu nedenle AKP ile gerilim yaşadığı iddialarına. Sanırım, Mustafa Koç’un yaşantısına baktığımızda, tam da böyledir.
Ve sorun da tam olarak budur.
Koç ailesi ve Türkiye burjuvazisi, laikliğin, dinsel baskı ve şiddetten uzak bir yaşam tarzının, tam da servet sahibi bir grubun ayrıcalığı olmasını, laikliğin bir “burjuva kültürü”ne dönüştürülmesini simgeliyor.
Ve Mustafa Koç’un ardından laiklik gözyaşları dökenler, farkında olarak ya da olmayarak, laikliğin burjuvalaştırılmasının, servetle sahip olunan bir ayrıcalığa dönüştürülmesinin, laikliğin bir zengin hobisine indirgenmesinin, laiklik mücadelesinin burjuvaziye, Türkiye’de laikliği ve cumhuriyeti kemire kemire semirmiş olan bir sınıfa teslim edilmesinin yolunu döşemiş oluyor.
Bu manzara karşısında, laikliğin ve laiklik mücadelesinin bir emekçi mücadelesine dönüştürülmesi, daha doğrusu bir emekçi mücadelesi olarak korunabilmesi de öncelikli görevlerden biri haline geliyor.
Tekrar edersek, Türkiye hem laik hem burjuva kalamaz.
Türkiye, laikliğin sahip olduğu emekçi karakterine sahip çıkmadan, dolayısıyla burjuvaziyle hesaplaşmadan laik olamaz.