Evet, yalnızlık da sınıfsal
Kapitalizmin neoliberal evresinde insan, sadece büyük şirketlerin, karşı konulmaz borsa ve döviz piyasalarının, devasa orduların ve polis kuvvetlerinin, kafkaesk bir bürokrasinin, otoriter liderlerin karşısında değil; bizzat kendi türü, kendi benzerleri, kendi kardeşleri arasında da yapayalnız kılınıyor.
Geçtiğimiz günlerde Vesaire’de yayınlanan James Greig imzalı "Yalnızlık politik bir sorundur" (Çeviren: Can Koçak) başlıklı makale günümüz toplumlarında yalnızlığın ne denli yaygınlaştığını ve yoğunlaştığını gösteren veriler sunuyordu. Greig’in makalesine göre, Birleşik Krallık merkezli Co-op Vakfı’nın yaptığı yaşları 10 ila 25 arasında değişen 2000 kişilik anket, katılımcıların yüzde 95’inin kendisini yalnız hissettiğini ve bu hissin kaynağı olarak da parasızlığı gördüklerini ortaya koyuyor.
Parasızlığın nedenleri ise küçük yaştaki katılımcılar için aile bütçelerinin daralması ve ebeveynlerinin tutumlu olmak zorunda kalması; yetişkinler için ise kazandıkları maaşın zorunlu ihtiyaçlarını bile karşılamaya yetmemesi olarak tanımlanıyor.
Bu tablonun ilk sonucu, haliyle, sosyalleşme için ayrılan kaynağın ve zamanın sınırlanması oluyor. Maddi zorluklar ve güvencesizlik, eğlencenin, kişisel gelişimin, boş vakit aktivitelerinin, yeni insanlarla tanışmanın ve hatta flörtleşmenin giderek azalmasını doğuruyor. Dahası, süreklileşmiş biçimde yalnızlık hissetmek yoğun bir anksiyete duygusuna yol açarak stresin insan sağlığını bozucu tüm etkilerini güçlendiriyor ve izole bir hayat sürdürmek zorunda olmak insanın ruhsal gelişimini fazlasıyla statik ve tek boyutlu hale getiriyor. Makalenin aktardığı bir başka çalışmaya göre, yalnızlık, günde 15 sigara içmek kadar zararlı.
Günümüzde yalnızlığın özel bir biçimi halini almış olan evden çalışma konusunu ele alan bir başka makale ise New Statesman’da yayınlandı. Marie Le Conte imzalı "Working from home is killing our social lives" başlıklı makale, pandemi ile başlamasa da onunla birlikte çarpıcı biçimde ayırdına vardığımız bir gerçekliğin altını çiziyor: Yaşamlarımız artık çok daha hesaplı, planlı ve öngörülebilir olmak zorunda. Hiç beklenmedik sürprizlere, şaşırtıcı tanışıklıklara, ani kararlara yer bırakmayan, dahası böylesi spontane davranışların sahiplerini tutarsız ve güvenilmez bulan bir yeni disiplinle karşı karşıyayız.
Le Conte’un makalesine göre bu disiplinin insan üzerindeki egemenliği pandemi ve sonrasındaki evden çalışma biçimleriyle daha da görünür hale geldi. Mesai sonuna kadar evdeki masasında çalışmak zorunda olan birinin, mesai sonrasında birkaç arkadaşıyla buluşmayı ve belki de birkaç kadeh eşliğinde keyifli bir sohbet etmeyi tercih etmesi, iş gününü iş yerinde geçiren çalışanlara göre hayli azalmış görünüyor. Çalışan insanın gün boyu evdeki odasında ya da masasında çakılı, kent yaşamından ve gerçek insan ilişkilerinden uzak kalması, onun iş dışındaki saatlerinin de tek düzeleşmesine yol açıyor.
Artık sosyalleşmek, iş çıkışı yarım saat bir yere uğramak, bir kitapçıda raflar arasında dolaşmak veya bir tanıdıkla iki çift laflamak şeklinde değil de uzun saatlere yayılan detaylı planlar söz konusuysa mümkün oluyor. Çünkü kimse, sırf kısa bir vakit geçirmek ya da boş boş dolanıp vakit öldürmek için evinden çıkıp şehir merkezine inmiyor, doğal olarak. Böylelikle, insan yaşamının içine doğru genişlediği bir uzam, sosyal çevre giderek daralıyor.
Öte yandan Le Conte, evden çalışmayı tercih eden insanların hayli rasyonel gerekçeleri olduğunu da unutmamamız gerektiğini not ediyor. Örneğin, yol ve çocuk bakımı masraflarını azaltmak gibi. Tam da bu rasyonel gerekçelerin mahiyeti, çözümün yerini gösteren bir işaret aslında.
***
Yukarıda aktarılan araştırmaların pek de yeni sonuçlar ileri sürmediği söylenebilir; öne çıkan olgular ve nedenleri benzer araştırmaların sonuçlarıyla örtüşüyor. Belki de daha önemlisi, benzer anlatıların bizzat kişisel yaşamlarımızın ortak deneyimlerine dönüşmesi. Artık (eğer hala kaldıysa) sohbetlerimizin bir yerine mutlaka bu tür fragmanlardan bahsettiğimiz şikayetler ilişiyor. Bu, bizleri, küresel bir ağın egemenliği altında yaşamak zorunda bırakan kader ortaklığının ifadesi adeta.
Yine de çözümü, bütün bunlarla başa çıkmanın yollarını düşünmek zorunda olduğumuz da bir gerçek. Zira biz düşünmezsek, başkaları düşünüyor ve oralardan çıkan öneriler yalnızlığı gidermeyi değil onu çekilir kılmayı, hatta onu karlı hale getirmeyi önceliklendiriyor.
Son zamanlarda yalnızlık hissinin yaşamlarımızda açtığı oyuğu kapatmak üzere dizayn edilmiş kişisel gelişim önerileri patlama yapmış durumda. Bu önerilerin işe yarayıp yaramadığını şimdilik bir yana bırakalım; esas sorun, tüm bu önerilerde yalnızlığın bireysel bir sorun olarak, kişinin kendi becerileri ve tercihlerine bağlı kılınarak çerçevelenmesi. Bu, iklim kriziyle mücadele etmek için duş sürelerimizi azaltmamızı salık veren liberal mantra ile aynı kökten beslenen bir budalalıktan fazlası değil.
Yalnızlığın nedenleri sıralandığında açıkça sınıfsal göstergelere ulaşıyor olmamız tümüyle açıklayıcı oysa.
Parasızlık, pahalılık, güvencesizlik; sokakların güvensizleşmesi, kent merkezlerinin mutenalaştırılması, kira terörünün bizleri merkezden uzaklara fırlatması; ücretsiz biçimde sosyalleşilebilecek ya da etkinlik gerçekleştirilebilecek kamusal mekanların yok edilmesi, insanın kent ve doğa ile ilişkiye girebileceği tüm imkanların ya ücretlendirilmesi ya da bunlara erişimin bir harcamayı gerektirmesi, eğlence mekanlarının hem krizle hem de yasaklarla kuşatılıp iflasa sürüklenmesi; mevcut işin kaybedilmesi durumunda yeni bir iş bulmanın neredeyse imkansızlaşması, mesleki konumunu korumak için çalışanın sürekli kendine yatırım yapmak (kurslara katılmak, sertifikalar almak, yeni beceriler kazanmak ve tüm bunları mesai saatleri dışında yapmak, üstelik kendi bütçesinden karşılamak gibi) zorunda olması, başta çocuk bakımı olmak üzere geçim maliyetlerinin durmaksızın yükselmesine yetişmek mecburiyeti; birbirine ekleye ekleye bir hayli uzatabileceğimiz bu liste geriye pek de soru işareti bırakmıyor.
Zaman zaman dalga konusu haline getirilen o kısa ve doğruluğu çelik gibi parlayan cümle işte tam da buraya yerleşiyor: Evet, yalnızlık da sınıfsal.
Kapitalizmin neoliberal evresinde insan, sadece büyük şirketlerin, karşı konulmaz borsa ve döviz piyasalarının, devasa orduların ve polis kuvvetlerinin, kafkaesk bir bürokrasinin, otoriter liderlerin karşısında değil; bizzat kendi türü, kendi benzerleri, kendi kardeşleri arasında da yapayalnız kılınıyor. Bu haliyle yalnızlığın bir tür “kasvetli modernite” sorunu olmaktan çıktığını ve dolaysız biçimde kapitalist egemenliğin tekniklerinden biri haline geldiğini söylemek zorundayız.
Bunu bir kez söylediğimizde çünkü, yan yana gelmenin, bu egemenliği sırtımızdan atabilmek için birleşmenin imkanları gündeme gelir.
Yan yana gelmek, yalnızlığın biricik çaresidir zaten. Onu dayatan arsız egemenliği yıkmanın çaresi olduğu gibi.