Her an patlamaya hazır uyuyan bir volkan gibi, daima orada olduğunu bildiğimiz ama çoğunlukla görmezden geldiğimiz, belirli aralıklarla gündeme gelip “ben buradayım” diye kendini hatırlatan bir konudur Türkiye-Yunanistan ilişkileri.
“Çözümsüzlüğü çözüm sayan” statükoyla birlikte genelde Ege suları ve hava sahası üzerinde yaşanan anlaşmazlıklara alışkın sayılırız. “Türk ve Yunan jetleri Ege’de it dalaşına girdi” haberlerini okur, bunları vaka-i adiyeden sayar, “şimdi dalaşır, sonra öpüşüp barışırız” deyip hayatımıza devam eder, konunun üzerinde pek de durmayız. Ancak son bir aydır yaşadığımız gelişmeler Türkiye ve Yunanistan arasındaki rutin gerilimlerin ötesine geçtiğimizin işaretlerini vermeye başladı. Üstelik gözle görülür hale gelen uyuşmazlığın adresi bu kez Ege Denizi’nden farklı ve aktörleri de yalnızca iki kapı komşusu ülke değil.
Doğu Akdeniz son birkaç yıldır hidrokarbon yatakları arayışları üzerinden Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs, İsrail, Mısır, Libya gibi bölge ülkelerinin mavi sularda yer kapma ve enerji kaynaklarına erişme yarışına sahne oluyor. Aktörler yalnızca ülkelerle sınırlı değil. Araştırma, sondaj, vb. etkinlikleri yürütecek Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, ABD'li Exxon Mobil, Fransız Total, İtalyan Eni, Güney Koreli Kogas, İngiliz BG ile İsrailli Delek gibi büyük şirketlerle birlikte sermaye sınıfı da denklemin içinde yer alıyor.
Önceleri Kıbrıs adasının doğu ve güneyini kapsayan parsellerin paylaşımı ve Türkiye’nin kimi parsellerde hak iddia etmesiyle açığa çıkan gerginlik bugün Kıbrıs’ın batısı ile Meis ve Rodos adalarının güneyinde yaşanıyor. Türkiye’nin önce temmuz ayı sonunda ilan edip Merkel’in ricasıyla geri çektiği, ardından birkaç gün önce Oruç Reis gemisiyle sismik araştırma yapacağını duyurduğu iki Navtex ile sular yeniden ısınmış durumda.
Bugünkü gerilimli tablonun arka planında Türkiye'nin 27 Kasım 2019'da Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair mutabakat muhtırası ve ardından misilleme olarak Yunanistan’la Mısır’ın benzer içerikte kendi aralarında imzaladıkları anlaşma yer alıyor. Tahmin edileceği üzere bu anlaşmalar birbirleriyle çelişiyor ve gerilim de buradan doğuyor.
Soru(n) şu: söz konusu bölgede hangi ülkeler denizaltı kaynaklarını arama, çıkarma, işletme çalışmaları yürütebilir? Daha somut olarak sorarsak, bu sular hangi ülkenin Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içine girmektedir?
İddialar muhtelif. Her ülke MEB’i kendi çıkarına yontarak tanımlıyor, diğer tarafların hak iddialarına karşı çıkıyor. Örneğin Yunanistan Türkiye’yi “uluslararası deniz hukukunu tanımamakla”, Türkiye Yunanistan’ı “Mısır’la hükmü olmayan bir anlaşma yapmakla” suçluyor.
Bu yazıda adaların kıta sahanlığı sorununu tartışmayacak, deniz mili hesabı yapmayacak, sorunların teknik yanıtlarını bulmaya çalışmayacağız. Ancak yanıtlar ne olursa olsun, taraf ülkelerle bir araya gelip barışçıl çözüm arayışlarına girmek yerine kışkırtıcı hamleleri tercih eden iktidarın ne amaç taşıdığını anlamaya çalışacağız.
AKP-MHP ortaklığı Doğu Akdeniz’deki uyuşmazlığı “mavi vatan” savunması diyerek halka bir milli dava olarak sunuyor ancak konu ilk olarak buradan açık veriyor. Uyuşmazlığın egemenlik hakkıyla, vatan sularıyla ilgisi yok.
Konunun bir tür vatan savunması olarak ele alınabilmesi için gerilimin karasuları üzerinden yaşanmasını bekleyebilirdik. Oysa Türkiye-Libya ve Yunanistan-Mısır arasındaki anlaşmalar karasuları değil MEB’in belirlenmesi üzerine ve MEB; sudan, akıntılardan ve rüzgarlardan enerji üretimi gibi, bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik faaliyetlere ilişkin hakların var olduğu alandır.1
Kısacası MEB egemenlik haklarından ziyade daha çok iktisadi bir terimdir. Görülüyor ki “mavi vatan” söyleminin tartışma yaratan anlaşmalar bağlamında bir karşılığı yoktur. Bu şovenist söylem Libya’yla hangi amaçlarla anlaşma imzalandığını gizlemek, bölgede bir savaş olasılığına karşı halkın milliyetçi duygularını besleyip tepkisini çekmemek, muhalefetin bir kısmını vatan millet duyarlılığıyla kendi peşine takmak için iktidar tarafından uygun bir araç olarak kullanılmaktadır yalnızca.
Doğu Akdeniz’deki araştırmaların yaşamsal önem taşıdığını göstermek için öne sürülen bir diğer gerekçe “Türkiye’nin artan enerji gereksinimi”nin karşılanmasıdır. Ancak bu gerekçe de birkaç yönden gerçeği yansıtmıyor.
Birincisi, Türkiye’nin söz edildiği kadar enerjiye gereksinimi yok.
“Büyüyen Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı var” söylemi nükleer santrallerin onaylanması ya da zehir saçan termik santrallerin kapatılmaması için de zaman zaman öne sürülen savlardan biri ancak bu savın açık bir yanıltma olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eldeki veriler tükettiğimizden çok daha fazla enerji üretmeye, yeni kaynaklara erişmeye ihtiyacımız olmadığını söylüyor.2
2019 sonu verilerine göre Türkiye'deki elektrik santrallerinin kapasitelerinin yalnızca yarısı kullanılıyor.3 Kapasitelerin arttırılması durumunda mevcut kaynaklar üzerinden, yeni arayışlara girmeden 2026 yılına kadar4 ülkenin enerji gereksinimi karşılanabilir. O halde soralım; gerçekte bu kadar enerjiye gereksinimimiz yoksa Doğu Akdeniz’e gemiler göndererek bunca harcamayı neden yapıyor, siyasi gerilim ve sıcak çatışma riskini neden göze alıyoruz?
İkinci olarak, gerçekte böyle bir gereksinim varsa bile, kimi uzmanlar Doğu Akdeniz’de sözü edildiği kadar geniş enerji kaynaklarının bulunmadığını, varolanları çıkarmanın fazlasıyla maliyetli olduğunu, yapılan bunca yatırım ve harcamaya değmeyeceğini öne sürüyor.5 Yine soralım; varolan enerji kaynakları mali yatırım ve harcamaya bile değmeyecekken bunca siyasi gerilim ve sıcak çatışma riskine değer mi?
Bu tartışmalar arasında tümüyle görmezden gelinen kritik nokta ise şu: Varsayalım Türkiye’nin enerji gereksinimi yüksek olsun, varsayalım Doğu Akdeniz’de hidrokarbon yatakları yeterince verimli olsun. Tüm bunlara karşın, bu enerjinin kullanımı günün sonunda mutlaka doğaya ve insana zarar verecektir.
Bugün yaşadığımız en büyük çevresel sorunlardan biri olan iklim krizinin temel nedeni, kapitalist etkinliklere bağlı olarak hızla artan karbon salımı. Atmosferde karbonun birikmesine yol açan ise tam da Doğu Akdeniz’de aranan hidrokarbon, doğalgaz gibi çeşitli fosil yakıtlar. İklim kriziyle başa çıkabilmek için fosil yakıtlardan tümüyle arınıp planlı bir yenilenebilir enerji programına geçmemiz gerektiğini her Cuma iklim grevi düzenleyen ilkokul öğrencileri bile biliyorken son kez soralım: Doğaya ve insana zarar vermek pahasına bunca harcamayı, siyasi gerilim ve sıcak çatışma riskini neden göze alıyoruz?
Görülüyor ki Yunanistan’la neredeyse savaşın eşiğine geleceğimiz gerilim aslında ne vatan savunması için, ne halkın gereksinimleri için, ne de doğanın yararı için yaşanıyor. Yaklaşık bir aydır atılan adımlar yalnızca iktidarın örtülü yayılmacı politikalarına, deniz üzerinden ekonomik ve siyasi rant elde etme sevdasına, bölgede söz sahibi olma, diğer ülkelerin iç siyasetlerini belirleme hevesine hizmet ediyor.
Gittikçe istikrarsızlaşan Ortadoğu-Doğu Akdeniz hattında iktidarın uzun yıllardır bulduğu her boşluktan yararlanmaya çalıştığına, siyasal İslamcı ajandası gereği farklı ülkelerde (örneğin bugün Libya’da) İhvancılığı destekleyen politikalar uyguladığına tanık olduk. Stratejik derinlik adı altında ülkeyi derin bir çukurun içine atan politikaların benzerlerinin ülkeyi bu kez batıda benzer bir çukurun içine atmaması için sesimizi şimdiden yükseltmek zorundayız.
Son olarak şunu da ekleyelim. Olası bir çatışma durumunda AKP’nin yanlış politikaları kadar Yunanistan’ın kendi ölçeğindeki yayılmacı politikalarının, AB-ABD-İsrail gibi emperyalist güçlerle ortaklıklarının ve dış düşmana karşı sağcı Yeni Demokrasi hükümetinin arkasında iç konsolidasyonu sağlama görevi görecek Yunan milliyetçi damarının da payı olacaktır.
Bu koşullar altında taraflardan birinin atacağı saldırgan herhangi bir adım ise kuşkusuz ne Ayşe’yle Ahmet’in ne de Maria’yla Yorgo’nun yararına olacaktır.
(1) https://denizmevzuat.uab.gov.tr/uploads/pages/uluslararasi-sozlesmeler/denizhukuku.pdf
(2) https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/02/28/enerji-ihtiyaci-soylemi-coktu/
(3) https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/turkiye-karanlikta-kalmaz-5483848/
(4) http://www.anadolugazetesi.com/enerjimiz-fazla-termik-santrale-gerek-yok-77163.html
(5) https://medyascope.tv/2020/08/11/medyascope-gundem-11-agustos-2020-ali-arif-akturk-dogu-akdenizde-bugunku-sartlarda-dogalgazi-cikartmak-mali-olarak-mumkun-degil/